117 Bize deryâ-yı vahdetten haberler söyleyen gelsin Hakîkat güllerin görüp bizi mest eyleyen gelsin Ne bilsin hâl-i aşkı mekteb-i irfana girmezse Bu meydân-ı muhabbettir başın top eyleyen gelsin Sarardı gül yanaklar semm-i mârın şerbetinden gör Şarâb-ı aşk budur şahım bugün nûş eyleyen gelsin Boyandı kana dil şehri kuruldu Kerbelâ cengi O yâre karşı canın teşne-kurbân eyleyen gelsin Kelâm-ı ehl-i taklîdi neder ehl-i muhakkıklar Maârifle özün deryâ-yı irfan eyleyen gelsin Pîr-i Sâmî gibi şahın eşiğine koyup başın Velîler gönlüne gir kulu sultân eyleyen gelsin Göz ile dil kulak kapıların bend eylegil Salih Eriş kalb-i selîme kuş dilini söyleyen gelsin |
Derya: Deniz. Vahdet = Teklik, birlik. Eşi ve benzeri olmama hali. Allah 'in sıfatı. Mest = Sarhoş, kendinden geçmiş aşk sarhoşu. Hâl-i aşk = Dervişlerin cezbesi, baygınlığı, coşkunluğu, derdi, kederi. Mekteb-i irfan = İrfan mektebi Meydân-ı muhabbet = Muhabbet meydanı (Dergah). Semm-i mâr = Yılan zehri. Nuş eylemek = İçmek. Dil şehri = Gönül. Kerbelâ = Irak'da Hz. Hüseyin'in şehid edildiği yer. Ceng = Savaş. Teşne = Susamış, çok istekli Kelâm-ı ehl-i taklîd = Taklid ehlinin sözü. Ehl-i muhakkik = Tahkik ehli, Yanlışı doğrudan ayıranlar. Maârif = İrfan hasıl eden. Bend = Bağ, bağlama, rabıta Kalb-i selim = Sağlam, kusursuz, doğru kalb. |