Gülden Bülbüllere 4-5

Allah'a şükür bizim tarikatımız bütün tarikatların en kolayı ve bütün tarikatların en kısası, kesesidir.           

Niçin?

Bizim tarikatımızın kısası, kesesi şu ki:

Diğer tarikatlar nefis yoluyla terakki ediyorlar.

Bizim tarikatımızda aşk ve muhabbetle terakki ediliyor.

Onlar nefis yoluyla kendilerini, fazla ibadet, elkab, riyazet, uzlet yapmakla, nefislerine çile vermekle, nefislerini arındırıyorlar ve bu çok çetin oluyor ve uzuyor.

Onun için Nakşibendi Efendimiz buyurmuş ki: (Mektubat’ı okuyanlar rastlamıştır) “Sair tarikatların nihayet karını biz bidayete getirdik.”

Sair tarikatlardaki bir talip çalışır, çalışır ve en son elde etmiş olduğu bir kemalatı, kârı kemalatı, biz ilk talibimize, biz ilk salikimize başlangıçta veriyoruz.

Bu nedir? Bu ne işte?

Kalpte tecelli eden aşktır, Allah aşkı, Allah sevgisidir.

Onda çünkü muhabbetül Mevla, muhalefetül heva var.

Nakşibendi Efendimiz, mübarek Hicaz’a giderken, Bağdat’ta bir gence uğramış. Genç dersek yani bir mağazanın önünden geçerken, bakmış ki on sekiz yaşında bir genç var. Başında öyle bir kalabalık var ki. Kimisi mal beğeniyor, kimisi fiyat soruyor, kimisi para veriyor, kimisi alışverişle meşgul. Bu kadar onlarla meşgul olduğu halde, gönlü hiç Allah'tan ayrılmıyor. Nakşibendi Efendimiz buna çok gıpta etmiş, on sekiz yaşında, bu genç yaşta bunu nasıl böyle kazanmış diye.

Bu kemali nasıl elde etmiş?

Bütün şeriat, tarikat, ibadet, zikir, fikir, bütün hepsinden maksat kalbi uyarmak, kalbi diriltmektir.

Kalp dirilince artık o insan daha kendisini Allah'tan gafil edemiyor. Her ne kadar zahirde meşgul olursa olsun o, Allah'ı daha unutamıyor. İşte Cenabı Hak da zaten öyle buyuruyor:

“Ayakta, otururken, yatarken, hatta her halde beni zikredin.” buyuruyor. Daha başka zikir ayetleri var. Çok zikredin buyuruyor.

Cenabı Hak “Ancak sizin kalbiniz zikrullah ile mutmain olur.” Sizin kalbinizi ancak zikrullah doyurur, başka bir şey doyurmaz, tatmin etmez, buyuruyor.

Nakşibendi Efendimiz o'nda bunu görünce gıpta etmiş ve sormuş. Demiş ki:

— Sizin tarikatınızın bidayeti nedir, nihayeti nedir?

O da demiş ki:

—Bidayeti muhalefetül heva’dan başlar, nihayeti muhabbetül Mevla’ya ulaşır.

— Ne kadar çetin, demiş.

— Efendim sizin ki nedir?

— Muhabbetül Mevla’dan başlar, muhalefetül hevaya ulaşır.

— Ne kadar kolay, demiş.

Muhabbetül Mevla’dan başlayıp da, muhalefetül hevayı terk etmek çok kolay oluyor.

Ama muhalefetül hevadan başlayıp, muhabbetül Mevla’ya ulaşmak çok çetindir, çok uzuyor.

Ne demek oluyor? Mesela diyelim ki, bir köyden diğer bir köye gideceksin, yakın bir yolu var. Tam böyle bir hatla çizilmiş, o köye gidiyor. Veya o köyü bulamıyorsun, oraya batıya doğru, doğuya doğru köylerden dolaşıp gidiyorsun. Halbuki oradan doğrudan geçecektir. Mesela bir kilometre yol yerine, on kilometre yol dolanıp, oraya geliyorsun.

Bu böyle işte; muhalefetül hevadan başlayan tarikatların yolu uzuyor ve çok çetindir.

Bir de şu var ki: Onlar Cenabı Hakk’ın isimleriyle, esmalarıyla zikrediyorlar. Cenabı Hakk’ın bin bir ismi vardır. Bin bir isminin içinde doksan dokuz tane esma-yı hüsna, güzel isimleri var, seçkin isimleri var. Fakat haşa, hepsi güzel de nihayet seçkin olandır.

Bir de zatına mahsus olan bir ismi var ki,

Bu da “Lafza-i Celal”, “Allah” ismidir.

Allah'ın zatına mahsus olan bir isimdir.

Diğer isimler, bütün sıfatlarına mahsustur.

Onun için işte diğer isimleriyle, Allah'ın öbür isimleri, bin bir ismiyle zikir edenler, esma nurundan başlıyorlar.

Ondan sonra sıfat nuruna geçiyorlar, sıfat nurundan da zat nuruna geçiyorlar.

Halbuki bizde burada esma nuru, sıfat nuruyla uğraşmıyorlar.

Ya?

Doğrudan doğruya zat, senin hedefin Allah'ın zatıdır diyorlar.

Allah'ın zat nuruna doğru direk geçiyorlar. Bu da işte Lafza-i Celal’dir.

Hani bütün diğer sair isimleriyle Allah'ı zikredenler, ahiri sonunda bu Lafza-i Celal’e getiriyorlar. Allah kelimesine geliyorlar. Bu da kalpte yazılı olan bir şey. Kalpte yazılıymış.

….

Burada nimet çoktur ama bizim için en büyük nimet nedir?

Bizim için en büyük nimet: Allah bize bir mürşit, tarikat nasip etmiş. Cenabı Hak bize meşayihi sevdirmiş, velilerini sevdirmiş. Bizim için en büyük nimet budur. Niçin?

Şeyhim benim sultan imiş

Haktan bize ihsan imiş

Can derdine derman imiş

Görün beni aşk n’eyledi

Ahiri derviş eyledi

Dervişten mana nedir?

Dervişten mana: Her şeyden geçmiş, kalbinden her şeyi atmış. Onun gönlünde Allah'tan başka bir şey yoktur.

Ama bunu insanlar tarikatsız, mürşitsiz elde edemezler.

İllaki onun kalbinde bir mürşit sevgisi olacak.

İllaki kalbinde Allah, Resulullah sevgisi olacak.

Zaten Allah sevgisi, Resulullah sevgisi, Meşayih sevgisi hiç değişmez.

Çünkü niçin?

Bu da Cenabı Hakk’ın bir iltifatı, insanlara bir ihsanıdır. Cenabı Hak buyurmuyor mu: “Habibim seni seven beni sever, seni sevmeyen beni sevemez.” Peygamber Efendimiz “Benim ümmetimin velileri, uleması benim varislerimdir.” buyurmuş.