Gülden Bülbüllere 4-6

Bir Köroğlu türküsü vardır.

Her türkünün, her kelamın bir mecazı var bir de hakikati vardır. Herkesin anladığına göre.

Mesela “yâr yâr”, “yâr yâr”  denilir.

Ama kaç türlü yâr var. Bundan ne kadar anlamlar, bundan ne kadar manalar çıkıyor.

Çok manalar vardır, ama hakiki yâr Allah’tır.

Yâr demek; yardım eden, ondan yardım gelen.

Yâr yâr diyor ya, insana neden yardım geliyorsa, nereden yardım geliyorsa odur ama, insanlara hakiki yardım Allah’tan gelir.

İnsanların hakiki yâri, yardımcısı Allah’tır. Allah’tan başka, insanların yâri, yardımcısı hepsi mecazdır, aldatıcıdır, geçicidir. Onun için bak,

Eğer aşık isen yâra

Sakın aldanma ağyâra

Düş İbrahim gibi nara

O gülşende  yanar olmaz

Diyor ki eğer sen de yâra aşıksan, Allah’a aşıksan, ağyâra  aldanma.

Ağyar ne?

Ağyar da seni yârdan ayıran.

Ben Allah’ı seviyorum, seviyorum., diyorsun ama Cenabı Hak senin ve benim kalbimize bakıyor, kalplerimize nazar ediyor.

İnsanların kalbi, nazargâh-ı ilahidir.

Cenabı Hak diyor ki: "Biz insanların  kalplerine nazar ederiz, kalplerine bakarız. Boylarına, soylarına, güzelliklerine, zenginliklerine, maharetlerine, marifetlerine hiçbir şeylerine bakmayız; kalplerine nazar ederiz."

Onun için seviyorum, seviyorum,  diyorsun ama kalbinde ne var? Kalbinden neyi seviyorsan Allah onu görüyor, biliyor.

Eğer Allah’ı seviyorsan, kalbinden  arzuları çıkaracaksın ki Allah’ı sevmiş olasın. Onu ifade ediyor ki,

Eğer âşık isen yâra

Sakın aldanma ağyara

Sen Allah’ı seviyorsan kalbinde daha başka bir sevgi olmasın.

Başka sevgiler olursa, o sevgi perdeler, seni Allah’tan ayırır. Başka sevgiler, başka  arzular seni Allah’tan uzaklaştırır.

Düş İbrahim gibi nara

O gülşende yanar olmaz

Bakın, İbrahim Aleyhisellam’ı ateş yakmadı. Niye yakmadı?

O da insandı, beşerdi, peygamberdi. 

Peygamberler de zahiren beşerdir. Peygamberler de melek değiller. Melekler yemezler, içmezler, melekleri ateş yakmaz, kül olmazlar, melekler ihtiyarlamazlar, hastalanmazlar, ölmezler.

Ama insanlar yanar da, insanlar düşer de. İnsanlar hasta da olurlar, insanlar ihtiyar da olurlar, yorulurlar, aç da kalırlar telef de olurlar, susuzluktan telef de olurlar.

Bu, insanlarda vardır, meleklerde böyle bir şey yoktur. Peygamberlerin zahirde beşeriyeti var, onların da yemeleri içmeleri var, kuşkuları var, hastalığı var. Ne meşakkatler çekiyorlardı, ihtiyar oluyorlardı.

….

Eğer aşık isen yâra

Sakın aldanma ağyâra

Düş İbrahim gibi nara

İbrahim Aleyhisselam da ne yapmış?

Ateş yakmamış onu, niye onu ateş yakmamış?

O da peygamber ama beşer.

Hani onu da yakardı niye yakmamış onu?

O ağyârları çıkartmış, sadece yârla beraber kalmış. Ona hiç kimsenin yardımı olmamış, hiç kimseden yardım beklememiş.

—Gerekmez bana başkasının yardımı Rabbim bana yeter, demiş.

“Rabbim bana yeter.”

Cenabı Hak, onu ateşten kurtarması için yetkili melekler gönderiyor, dört tane melek gönderiyor.

O da atılmış havada  gidiyor,  onu ateşe aletle attılar, havalandı, gitti havadan ateşin ortasına düşecek, havan topu gibi.

Havan topları vardır, askeriyede açılma ateşi yapar. Havadan atarlar gider yerine düşer, tabiî aletleri var, derecesi var, mesafesi var.

O zaman Cenabı Hak, yetkili meleklere: “Gidin İbrahim’i kurtarın ateşten.” diyor.

Öyle yetkili melekler var ki Cenabı Hak yere memur, yerin müekkeli; yerlerin, dağların amiri; suların, denizlerin amiri; rüzgarların amiri; ateşlerin amiri melekler halk etti.

….

İşte yerlerin müekkeli bir melek vardır. O melek İbrahim Aleyhisselam’a geliyor, diyor ki. Ya İbrahim diyor,

—Ben yerlerin memuruyum, yerlerin amiriyim, şu yüksek dağları getirip ateşin üstüne çeviririm sen müsaade eder misin?

—Hayır, diyor. Ne ile yapıyorsun bu mahareti, marifeti; gücü nereden alıyorsun?

Melek:

—Rabbimin vermiş olduğu güç ile kuvvet ile yapıyorum, diyor.

—Ben senden istemiyorum gücünü, kuvvetini. Ben O’ndan istiyorum. Sen girme bizim aramıza, sen çık, O bana yeter. Senin beni kurtarmanı istemiyorum, sen çık aramızdan, diyor.

İşte bundan sonra rüzgarların meleğini, dağların meleğini, suların meleğini, hepsini aradan çıkarıyor, hepsini reddediyor.

 Cenabı Hak o zaman ateşe emrediyor.

“Yâ nâru kûni berden ve selâmen alâ İbrahim”

Ateşe Cenabı Hak kendi kudret lisanı ile “Ey nâr, ey ateş  İbrahim’i yakma ve onu üşütme de. Yakmayacaksın, üşütmeyeceksin, onun vücudunun rahat edeceği şekilde olacaksın.” diyor.

İşte burada kelamı kibarda,

Eğer aşık isen yâra

Sakın aldanma ağyâra

Sen de Allah’ı seviyorum diyorsan, Allah’ın aşkıyla diyorsan, ağyârları çıkar aradan.

Ağyarları çıkarırsan aradan, nasıl İbrahim Aleyhisselam ağyarları çıkardıysa, ateş onu  yakmadı, ateş ona gülistan oldu, sana da olur.

Eğer aşık isen yâra

Sakın aldanma ağyâra

Düş İbrahim gibi nara

O gülşende yanar olmaz

Peki İbrahim Aleyhisselam’ı ateşe Nemrut attı.

Her zaman için her Müslüman’ın nefsi vardır, ruhu vardır.

Nefsi Firavun’udur, ruhu Musa’sıdır. Nefsi Nemrut’udur, ruhu Halil’idir.

Nemrut’un ateşinden İbrahim (as) ne ile kurtuldu?

Allah’a çok teslim, tevekkül olmakla, inanmakla Allah’ı  zikretmekle kurtuldu.

Bir müridin de nefsi onun Nemrut’udur. Onun şerrinden, onun küfründen, onun zulmünden nasıl kurtulacak?

Ancak Rabıtasına teslim olmakla, O'na inanmakla kurtulacaktır.

….

Onun için tasavvufta da, bunların zahirde bir belirtisi yok, görüntüsü yok; ama itimat edin tarikatı anlayan ve yaşayan mürit bunları yaşıyor. Ruh aleminde gönül aleminde bunları yaşıyor, bunları geçiyor.

Onun için bak kelamı kibarda;

Yandırdın derûnum nâr-ı Nemrûd'a 

Gülşanımın vakti yetişmedi mi         

Bütün cism ü cânım eyledin hurda

Azâlarım yanıp tutuşmadı mı

Derunumda gönlümde Nemrut'un ateşi gibi bir ateş var, yakıyor beni. Ama İbrahim Aleyhisselamın Nemrut ateşi gibi bu ateşi bende ne zaman gülistan olacak?

Olacak ama ne zaman olacak?

Ne zaman ki sen de, 

       Sermaye bu yolda heman teslim olup şeyhe inan

       Sıdk ile Allah’a dayan gör olmaz mı ihsan sana

O zaman, ne  ihsan olur?

Karşına almışken gonca gülünü

N'oldu sana terk eyledin ilini

O ateş sende ne zaman gülistan olur?

Ateş ancak varlığını yakar giderir o zaman.

Ne olur?

Yanar gider. Zaten senin varlığın perde, senin ayrılığın… Eğer sen varlığından kurtulduysan perden kalktı.

Mesela senin ayrılığın bitti.

Ne oldun?

Sevgilinle beraber oldun.

Ne oldun?

Fenafişşeyh oldun, ya fenafirresul oldun, ya da fenafillah oldun. 

Ama bunlar sırayla. Fenafişşeyh olmadan fenafirresul olamayız, fenafirresul olmadan fenafillah olamayız.

Peki, ben çok seviyorum benim çok aşkım muhabbetim var. Ben ondan fazla seviyorum da niye olamadım?

Canım senin ruhunda olmuş, sen olmuşsun, yeter ki sen onu muhafaza et, inancını muhafaza et, muhabbetini muhafaza et. Tarikatın dört şartı var. Sen bu dört şartı muhafaza ettin mi tamamdır.

Dört şart ne?

Muhabbet,  ihlas, adap, teslim (teslimiyet)

Bunlar olmazsa zaten bir mürit terakki edemez.

Muhabbet kolay, çok çetin değil diye söylüyorlar. Yapamayana çetin, bunların hepsi inanca bağlıdır.

Onun için bak Salih Baba ne buyuruyor:

Sermaye bu yolda heman teslim olup şeyhe inan

ve        

Kim şeyhini Hak bilmedi Hakk'ı dahi bilmez

Başka,

Varlık dağın delmeyen

Ağlar iken gülmeyen

Şeyhini Hak bilmeyen

Düşer hüsrâna  sâkî         

Hüsran ne?

Zarar. Zarar neymiş? Şeyhimizi hak bilmezsek, yani tarikatı hak bilmezsek o zaman zararda oluyoruz. Çünkü niye bu böyle oluyor?

İnsanlar Allah’ı ilmel yakin bilirler,

Alimler Allah’ı ilmel yakin bilirler. İlimleri ile bilirler.

Tabiî alimler ayetleri, hadisleri anlıyorlar, Kur’an-ı Kerim’in manalarını anlıyorlar.

Cenabı Hak her şeyi bize Kur’an’da bildiriyor. Zatını da, azametini de meleklerini de kibriyasını da ef’alini de kudretlerini de halkıyyetlerini de dünyayı da ahireti de semavatlarını da. Semada ne var, göklerde ne var, yerlerde ne var, deryada ne var, denizlerde ne var, bunların hepsini bildiriyor.

Alimler Allah’ı ilmiyle bilirler. Fakat abidler, hem ilimleriyle bilmişler, hem de amelleri ile yaklaşmışlar. Bildiği bir şeye yaklaşmış, Allah’a yaklaşıyorlar.

Ama âşıklar, âşıklar Allah’ı hakkel yakin biliyor.

Demek ki,

İlmel yakin; bildiriyor, mesafe bırakıyor,  

Aynel yakin;  yaklaştırıyor,

Hakkel yakinse; bilinenle bileni birleştiriyor.

Salih Baba Divanı’nda geçiyor,

“Bilenle  bilinen ol can değil mi”

Sonra yine buyuruyor,

Bi-hamdillah kamu varım sen oldun

Her eşyâda taleb-kârım sen oldun     

Elhamdülillah her varlığım sensin. Her eşya, her cisim, canlı, cansız görünen ne kadar neler varsa, bunların hepsinde ben seni talep ediyorum, seni görmek istiyorum.

Evet, sonunda diyor ki;

Her eşyâda taleb-kârım sen oldun     

Buradaki anlam şudur:

İnsanların eşyada bir arzusu var. Zamana göre mesela, giyim eşyaları, kullanma eşyaları, mesela elektrik cihazları var değil mi, elektronik cihazlar var. Bunların hepsinde seni talep ediyorum.

Bi-hamdillah kamu varım sen oldun

Her eşyâda taleb-kârım sen oldun     

Neye baksam seni anda görürem      

Bu manâdan meded-kârım sen oldun 

İşte, demek ki hakkel yakin bilmek böyleymiş.

Evet, ilmel yakin Allah’ı bildiriyor mesafe bırakıyor.

Aynel yakin Allah’a yaklaştırıyor,

Ama hakkel yakin perdesiz, perdeleri kaldırıyor.

Perde ne?

Bu eşya perdedir. Senin benim varlığım perdedir. Biz varlığımızdan kurtulursak, bu eşyanın varlığından kurtulursak perdeler kalkıyor.  Perdeler kalkınca işte,

“Gören ve görünen ol can değil mi”

Evet hamdolsun, şükrolsun.  Allah şerefinizi makamınızı yüceltsin.  Allah ömrünüzü uzun etsin, Allah ömrünüzü, amelinizi, imanınızı muhabbetinizi muhafaza etsin.

“Hiç nimet olur mu bundan ziyade”

Buyuruyorlar büyüklerimiz.

Bu hangi nimet?

Zenginlik değil, bu sıhhat değil,  bu köşk apartman bunlar değil. 

Bu nimet: Allah bizi Müslüman halk etmiş,

Bu nimet: Allah bizi sevgili Habibine  ümmet etmiş,

Bu nimet: Allah sevdiklerini bize sevdirmiş. 

En büyük nimet de budur.

Niye?

Çünkü en büyük nimet bizim için, Cenabı Hak hakikaten Ruyetullahı halk etmiştir, gösterecektir. En büyük nimet budur ve kulu kendi zatım için halk ettim, buyuruyor.

Allah, bütün nimetleri kulu için, kulu da zatı için halk etti. Onun için kelamı kibarda geçer, bunu ifade ediyor.

Dünyaya geldim gitmeye

İlmile hilm’e yetmeye

Aşk ile can seyretmeye

Bu dünyaya geldim gitmeye anlaşılıyor, bunu anlıyoruz. Buna inanılıyor. Gelişimiz doğuşumuz, gidişimiz ölüşümüz, doğduk öleceğiz.

Dünya ne için?

İlim için, dünyaya bir maksat için geldik.

Maksadımız ne?

Maksadımız da burada Rabbimize kulluk edelim, Allah’a kulluk edelim, Allah’ın cennetine girelim, Allah’ın cemalini müşahede edelim.

Fakat cennete her giren Allah’ın cemalini müşahede edecek mi?

Edemeyecek. 

O zaman ne lazım?  Mademki bu kelama ilave etmiş,  

Aşk ile can seyretmeye

Öyleyse aşka duçar olmak lazım.

Aşk demek meşayihtir. Aşk tarikata inanmak, meşayihi sevmektir.  Aşk buradan kaynaklanıyor.

…..

Bir mürşidi eğer tanımazsan, kamil mürşide varmazsan, varlığını onun varlığında yitirmezsen, sen Allah’tan geldin, Allah’ı bulamazsın. O zaman Allah’tan gelen ruh Allah’ı bulamaz.

Cenabı Hak her şeye bir sebep vermiş, müsebbiple halk etmiştir. Her şeyi  müsebbiple bir vasıtaya  dayamıştır. Onun için burada demek ki,

Aşk ile can seyretmeye

Burada, ancak aşka duçar olmazsa bir insan, Allah’a ulaşamaz.

Çünkü Allah’a vasıta aşktır; zikir, fikir, ibadet değil.

…..

Mevlana Halidi Bağdadi Hazretleri Zulcenaheyn’dir (çift kanatlı) Üveysi ve çok büyük bir alimdir. Medrese ilminin dört ilmini bitirdikten sonra ona ne olmuş?

Abdülkadir Geylani Hazretlerini çok seviyormuş, onun sülalesindenmiş. Abdülkadir Geylani sultanı evliyadır, yani Evliyanın sultanı.

Kutbul Arif, ne demek? Ne kadar Evliyaullah varsa hepsinin kutbu, başıdır.

Böyle olduğu halde Mevlana Halidi Bağdadi Hazretleri, Abdülkadir Geylani Hazretlerine (zaten kendisi Bağdatlı) gidiyor, daima türbesini ziyaret ediyor, çok ağlıyormuş, himmet bekliyormuş. Bir gün Abdülkadir Geylani Hazretlerinin türbesinden alıyor cevabı,

—Oğlum  Molla Halid diyor, benim tarikatıma bid’at karıştı. Sen Azizan tarikatına git.

Bizim tarikatımızın bir adı da Azizan tarikatı, Hacegan tarikatı, Nazenin tarikatı,

Nazenin kibar, çok nezih.

—Sen Azizan tarikatına git, diyor.

—Nerededir bu Azizan tarikatı, diyor.

—Sen Beytullah’a git diyor. Orada Beytullah’a ilk gidişinde kimi bulursan onunla görüş, diyor.

Bağdat-Beytullah tabiî çok uzak yol, bu gidiyor, kaç ayda gidiyorsa gidiyor. Beytullah’a girdiği zaman bir adam görüyor. Beytullah’a ayaklarını uzatmış böyle horlayarak uyuyor.

Bunu kerih görüyor. Burada da böyle hareket olur mu, diyor. Bu hoşuna gitmiyor ve yanına gitmek istemiyor.

Bu arada adam elini yakasına götürüp canlı bir şey öldürüyor. Ne terbiyesiz adam cinayet de işledi, diyor. Beytullah’ta bir sinek öldürmek cinayet yerine geçiyor, orada haram sınırı var. O arada bu adam doğruluyor,

—Molla Halid gel hele, diyor.

—Bu benim Molla Halid olduğumu nerden biliyor, diyor. İlerliyor yanına gidiyor.

— Molla Halid, sana bir sualim var cevabını ver, diyor.

— Buyur efendim, diyor.

Adam diyor ki,

—Bir insan Hâlil'in yapmış olduğu binaya arkasını verirse Celil'in yaptığı binayı seyrederse ne lazım gelir.

Celil’in yaptığı binadan mana burada Molla Halid’in kalbinden bahsediyor.

—Bir şey lazım gelmez efendim, diyor.

—Ama Molla Halid sen nasibini burada alacaktın, kaçırdın. Gel Hindistan’da beni bul, diyor.

İşte bu adam Abdullah Dehlevi Hazretleri imiş.

Molla Halid,

—Geylani Hazretleri bana ne dedi, ben ne ettim, ne iş yaptım. Abdulkadir Geylani Hazretleri bana böyle böyle dedi, ben niye böyle onu karşıladım, diye çok büyük nedamet duyuyor.

Oradan asıl memleketine gidiyor. Orada Seyyid Abdullah adında amcasının oğlu var, yaşlıymış buna durumu anlatıp diyor ki,

—Beraber gidelim Hindistan’a,

O da (Seyyid Abdullah)

—Hindistan’a gitmemiz bir sene sürer, buraya gelmemiz bir sene sürer, belki orada iki-üç sene kalırız, burada çoluk var, çocuk var. Bunlar ne olacak, diyor. Gel birimiz gitsin, birimiz burada kalıp, ikimizin de evinin ihtiyacını görsün, oraya giden ne kazandıysa, yarısını burada kalana versin.

Seyyid Abdullah yaşlı imiş, sen git ama ne kazandıysan yarısını bana vereceksin, diyor. O da peki, diyor.

Mevlana Halid gidiyor. Bakın şimdi orada, Beytullah’ta onu kerih görmeseydi, orada irşat olacaktı, Abdullah Dehlevi Hazretleri onu irşat edecekti.

Ama ilminden geçirmek böyle oluyor. Aynı Şems de Mevlana Hazretlerini ilminden geçirmek için böyle yapmıştır. Cahilliğe düşürmüştür. Cahillerin yapmadığı hareketleri yaptırmıştır. Onu ilminden geçirmek için, şöhretini kırmak için, halkın gözünden düşürmek için yapmıştır.

Şöhrette afat vardır. İnsanlarda ilim de bir varlıktır, amel de bir varlıktır. Şöhret de bir varlıktır. Onun için bunlardan geçmek kolay değil, insan bunlardan kolay geçemez.

İşte Mevlana Halidi Bağdadi Hazretleri yedi senede Hindistan’a gitmiş ki Abdullah Dehlevi Hazretleri dünyasını değişmiş, kaim makamı yerinde, orada Hz. Ziyaeddin duruyor.

Abdullah Dehlevi Hazretleri, Ziyaeddin Hazretlerine ölmeden evvel diyor ki,

—Bağdat’tan Molla Halid geliyor, o gelinceye kadar ben dünyamı değiştiririm, ama ona gereken muameleyi yap onu iyi yetiştir, diyor. Manevi gücün, kuvvetin, maharetin neyse ona işle diyor. Böyle tembihliyor.

Mevlana Halid geliyor görüyor ki gördüğü adam değil. Eyvah, diyor. Ama Ziyaeddin Hazretleri,

—Merak etme hiç değişen bir şey yoktur, diyor. Senin gördüğün Hazreti Pir seni bana ısmarladı, diyor. Sen korkma, hizmetini gör alacağını alırsın, diyor.

Ona, yedi sene su taşıttırıyorlar tekkeye, sakalık yaptırıyorlar. Ağacın ucuna küfeler bağlanır, omuzda dereden su taşırlar. Bunlara saka, hamal derler. Omuzları yara olmuş, yaraları kabuk bağlamış, kabuklar kalkınca kanıyormuş.

Bir Ermeni hanımı varmış. Onun kapısının önünden suyu götürürken, o Molla Halid’in yaralarını kanamış görünce, bu hanım onun yaralarına bakmış, onu tedavi etmiş. Pamuk getirmiş, o yaraların üzerine zorla ısrar ederek koymuş.

Bunu Ziyaeddin Hazretleri görmüş.

—Molla Halid o nedir, demiş.

O da demiş ki,

—Efendim, ben bunu rızamla koymadım, filanca madam getirdi yaranın üzerine yemin verdirdi, zorla koydu, diyor.

—Gel o zaman, gel diyor Ermeni hanımın o yaralar için yazığı geldi de bizim yazığımız gelmez mi, Hazreti Resullulah'ın  merhameti gelmez mi, Allah'ın rahmeti sana gelmez mi, diyor. O zaman ne yapıyor? İrşat ediyor.

Molla Halid Bağdat’ta da kalmıyor Şam’a gidiyor, yerleşiyor. Halidi Bağdadi Hazretlerinin türbesi Şam'dadır.

….

Onun için işte buyuruyor ki,

Ehli aşk bu yolda sararıp solup 

Anladılar pirsiz olmaz bir kulûb 

 Harfi savtı olmayan bir mektep bulup                 

Ehli aşk kim?

Allah’a aşık olanlar, bu yolda sararmışlar solmuşlar.

Nerede buluruz? Nasıl buluruz? Nerededir? Şurada mıdır? Burada mıdır?

Yok neticede böyle bulamamışlar. Ancak anlamışlar ki bir meşayihsiz olmaz.

Anladılar pirsiz olmaz bir kulûb

Kulûb demek, kalpler demektir. Anladılar ki meşayihsiz, bu kalp açılmaz, bu kalp açılmazsa Allah bulunmaz.

….

“Mûtû gable entemûtû” ölmeden evvel ölün,  buyruluyor.

İnsanlar için ölmeden evvel ölüm var.

Ama bir insan ölümden kaçar korkar. Malını, her şeyini, canı için yok eder de canından geçemez. Canı için her şeyinden geçer de canından nasıl geçeceğini bilemez, bilse geçecek, bilemiyor.

Bildiren Evliyaullah.

İşte diyor ki,

—Oğlum bak senin nimetin budur, diyor. Senin bu canın sana çok tatlı ama sen o canını buraya ver ki burada sen, senin canından daha kıymetli olan bir canı bulasın. 

Şeyhim gibi bir hazrete

Gönderdi beni vuslate

Eriştirip bu devlete

Görün beni aşk n'eyledi 

Âhiri dervîş eyledi