Gülden Bülbüllere 4-10

Kendini kendi göre kendi bile

Bakısın edemezem gelmez dile

Aşk anındır âşık oldur maşuk ol

Ahir andan ana varır cümle yol

Hâlbuki burada aşk var, âşık var, maşuk var. Aşk bir kelime, maşuk bir kelime, âşık bir kelime değil mi bunlar? Burada,

Maşuk sevilen,

Âşık da seven,

Aşk da ikisinin arasında olan sevgi.

Aşk da onun, âşık da O, maşuk da O, hepsi O.

Ahir andan ana varır cümle yol

Bu da Allah’ın "Kalû inna lillahi ve inna ileyhi râciûn” Allah'tan geldik, Allah'a döneceğiz, buyurmasıdır.

Ama Allah'tan insanlar bir vasıtayla gelmişler Allah'a yine bir vasıtayla giderler. O vasıtayı bulmak lazım. O vasıtayı bulmazlarsa gidemezler. Bütün bu insanlar cismen Allah'tan gelmiştir ve hepsine de Cenabı Hak bir ruh üflemiştir, o cesede indirmiştir, kondurmuştur.

Fakat bütün cismen gelmek var, cismen gitmek var; ruhen gelmek var, gitmek var. Cismen bütün insanlar zengini fakiri, ağası kölesi, âlimi cahili, sakatı sağlamı, inanan inanmayan, genci kocası…Ölen hep cismen gidiyorlar.

Bunlar nereye gidiyorlar, Allah'a mı gidiyorlar?

Toprağa gidiyorlar. Bu ceset göğe çıkıyor mu? Ölen cesetler nereye koyuluyor? Toprağa koyuluyor.

Bu mudur Allah'a gitmek?

Hayır.

Ceset midir Allah'tan gelen?

Cenabı Hak "Biz Âdem'i topraktan halk ettik, kendi ruhumuzdan ruh üfledik." buyuruyor, değil mi?

Allah'tan gelen ne?

Allah'tan Ruh gelmiştir. Onun için de şöyle buyuruyor;

Gökte uçar iken indirdin meni

Vâdî-i vîrâna kondurdun meni

Vahşî hayvânlara döndürdün meni

Eyledin dilimi lâl kara bahtım        

Gökte ne uçuyormuş? Gökte ceset uçuyor muydu?

Allah cesedi bir damla kirli sudan halk ediyor.

Gökte mi uçuyor bu ceset? Neymiş gökte uçan?

Ruh.

Çünkü Cenabı Hak ilmi ezelide ruhları halk etmiş. Bu ruhlar arş-ı alada, çok âlemlerde pervaz etmişler, gezmişler, dolanmışlar, kalmışlar. En son bu dünyaya inmişler. Dünyaya cisimle inmişler.

Allah cesedi halk etmiş, ruhu da cesede indirmiş. Fakat bu ceset toprağa gidiyor. Toprağa gidenler hep Allah'a gitmezler. Ruhlar Allah'a gider ama şöyle gider: Allah'ın rahmetini kazanır gider, arş-ı alaya çıkar. Allah'ın gazabını kazanıp giderse yerlerin, zeminlerin altına iner.

…..

Orta yerden götürürler seni ben

Ol denizde garka vara can u ten

Kendini kendi göre kendi bile

Bakısın edemezem gelmez dile

Aşk anındır âşık oldur maşuk ol

Ahir andan ana varır cümle yol

Âşık imdi varlığın ver yokluğa

Âşık sevendir. Ama sevilecek kim?

İşte sevileceği bilmek lazım. Allah'tan başka sevilecekler insanı aldatıyor. Mecazdır bunlar, bunlar insanları aldatır.

Sevilecek Allah'tır.

Âşık imdi varlığın ver yokluğa

Yokluk içinde sana varlık doğa

Bu aşk da insanlarda çoğalır da tamamen onun kalbini doldurursa o ne olur?

Onun varlığı yok olur.

Aşk zaten yakıcı bir maddedir. Ateşin cisimleri yaktığı gibi aşk da kalpte olan cisimleri yakar. Kalpteki cisimler görünmez ama bak Cenabı Hak niçin buyuruyor ki “Kalbinizde neyi beslerseniz sizin mabudunuzdur.” Kalbinizde neyin sevgisi varsa o sizin kalbinizde bir puttur. Ama Allah aşkı da o putları siler.

En çok sevdiğimiz evlat var ya, onun sevgisi de bizim gönlümüzde bir puttur. Zaten zahirde bir emir var: Cenabı Hak “Ve emvaliküm ve evladiküm fitnetün” Çok sevdiğiniz evlatlarınız sizin için fitnedir. buyuruyor.

Fitnenin anlamı ne?

Fitnenin anlamı: Mehmet Beyle Kasım Bey dostlar, çok seviyorlar birbirini. Bir tanesi gelip birbirinin aralarını açmak için onun söylemediği sözü ona söylemek, ötekinin söylemediği sözü ötekine söylemekle, orada bir fitnelik yapıp onları birbirinden koparması, ayırması değil mi? Fitnenin manası budur, anlamı budur.

Demek ki “Ve emvaliküm ve evladiküm fitnetün” buyuruyor ki yani evlat, mal, bunların sevgisi ne yapar? Allah'tan bizi ayırır, Allah ile bizim aramıza girer.

Ama bunları, hepsini ne atar insanların gönlünden?

Allah sevgisi.

İnsanların kalbinde Allah sevgisi olursa hepsini atar dışarı, hiçbir şey bırakmaz orada.

Ama tabiî Allah sevgisi denilince bak rabıtamızda başparmak kalınlığında feyzi ilahi kalbimize geliyor.

Bu ne feyzi?

Allah sevgisi.

Nereden geliyor?

Meşayihin iki kaşının arasından.

Onda bir galat olamaz, sakın bunda bir şüpheye de düşmeyin.

Hem Cenabı Hakk’ın emri şudur ki: “Kulum beni sev, sevdiklerimi sev, kullarıma sevdir.” Bakın işte bu emir rabıtayadır. Bu rabıtaya işarettir.

İşte demek ki Allah'ın sevdiklerini sevecek olursak Evliyaullah'ı sevmemizle o aramızda Allah sevgisine bir vasıta oluyor.

Rabıtayı da iki kaşının arasına niye yaptırıyorlar?

Oradan feyzi ilahi, Allah sevgisi başparmak kalınlığında çeşmeden su akar gibi kalbimizin üzerine akıyor, kalbimizi yıkayıp, temizliyor.

O neyi temizler? Hani bu kirlenmiş bir çaput değil ki temizlensin.

O nur halinde gelen Allah feyzi, Allah sevgisi gelince ne oluyor? Gönlünde daha başka bir sevgi kalmıyor, hepsini çıkarıyor.

Çünkü o Allah sevgisi bütün sevgilerin zıddıdır. Allah her şeyi zıddiyetli, çift halk etmiştir. Onun için bu kelam da şunu ifade eder,

Eğer âşık isen yara

Sakın aldanma ağyara

Eğer Allah'ı seviyorsan, Allah'tan başka bir sevgin olmasın. Allah sevgisinden başka bir sevgi kalbinde olursa, ağyar seni ayırır. Ağyar yardan ayırıyor. Allah'tan seni ayırır, diyor.

Eğer âşık isen yara

Sakın aldanma ağyara

Düş İbrahim gibi nara

O gülşende yanar olmaz

İbrahim aleyhisselam için Nemrut büyük bir ateş yaktırdı, attı ateşin ortasına. Cenabı Hak ateşi ona gülistan etti. Ama niye? Çünkü Allah'tan başka hiç kimseden o yardım dilemedi. Hepsini çıkardı aradan. Allah'tan başka hiç kimseyi sevmiyordu, hepsi çıkmıştı gönlünden. Cenabı Hak ateşe attırdı, ateş de onu yakmadı. Ateş de bir mahlûk tabiî.

….

İşte insanların, müridin cesedinin kıblesi vardır, Beytullah. Ruhunun kıblesi de meşayihidir. Ama meşayihi bir aynadır ki kelamı kibarda buyruluyor,

Gönül fehm edeli "lâ"dan "illâ"yı     

Burada gönül kalptir. Fehim anladı, neyi anladı?

“La” yok, “illa” var. Gönül “La” her şeyi kalbinden çıkardı, attı hiçbir şey bırakmadı. Her şey kalpten atılınca, her şey çıkarsa o kalp silinmiş bir aynadır. “İlla” her şeyi kalbinden çıkardı attı “illa” var olan Allah onda, onun kalbinde tecelli etti.

Gönül fehm edeli "lâ"dan "illâ"yı     

Mecnûn-veş biz de bulduk Leylâ'yı    

Bu bir izahtır. “Mecnun gibi biz de bulduk Leyla'yı” bir izahtır. Çünkü Mecnun'un Leyla ile bir hadisesi var, olmuştur. Kelamı kibarlarda bu çok geçer. Kelamı kibarlarda geçenler hiç galat olmaz, yalan olmaz. Mecnun bir Leyla'ya âşık olmuş. Mecnun nefsi için Leyla'yı sevmiş, bir kız, bu aşk-ı mecazdır. Ama nasıl âşık olmuş ona ki bütün yemesi de onun sevgisi olmuş, içmesi de onun sevgisi, uykusu da onun sevgisi olmuş. Yemiyor, içmiyor, uyumuyor.

Ne uyutmuyor onu? Leyla'nın sevgisi,

Ne yedirmiyor ona? Leyla'nın sevgisi,

Ne içirmiyor ona? Leyla'nın sevgisi.

Hepsi Leyla'dan başka bir şeyi yok. Daha zikri de olmuş Leyla, gıdası da olmuş Leyla, hayatı da olmuş Leyla, bütün her şeyi Leyla. Ama bir Leyla'dan ona görünen o güzellik var ya Cenabı Hak bütün eşyadan ona göstermiş.

Aslında Leyla çok güzel bir kız değilmiş. Eğer çok güzel olsaydı ona o zamanın beyleri, ağaları, zenginleri talip olurlardı. Hiç kimse ona talip olmamış. Mecnun ise çok fakir, işsiz, beceriksiz, böyle naçar, sefil birisiymiş. Ona da fakir, sefil, bir iş sanatı, mesleği yok, diye vermemişler. Ama burada demek ki Cenabı Hak Mecnun'a bir güzellik göstermiş, çirkin olduğu halde, güzel olmadığı halde Leyla’yı güzel göstermiş. O güzellik onun gönlünü almış ve ona yedirmemiş, içirmemiş, onu uyutmamış. Böyle olunca onda bir sadakat olmuş. Sadakatinden dolayı Cenabı Hak ona merhamet etmiş. Yıllar boyu ağlayıp, sızlayıp, gezip dolanması Allah'ın merhametini cezbetmiş. Kuludur, Allah kuluna acır. Ona Cenabı Hak ne yapmış?

Ona sade bir Leyla'nın yüzünden görünen o güzelliği Cenabı Hak bütün eşyadan göstermiş. Allah'ın sıfat nuruna o zaman ulaşmış.

….

Zeliha’yı Yusuf aleyhisselam için kınadılar. Kölesiyle söylendiği için kınadılar. Zeliha onları ikna etmek için… Büyük bir evi varmış. Mısır'da hükümet erkânının ileri gelenlerinin hanımlarını evine davet ediyor. Yusuf aleyhisselamı da evin köşesine siyah bir perde asıyor, arkasına koyuyor ve göstermiyor. Gelip eve doluyorlar. Hizmetçileri, cariyeleri çok, bunlar da hizmet görüyorlar. Bütün gelenlere birer tabak içerisinde birer tane bıçak, birer tane elma dağılıyor. Ama diyor ki,

—Sakın ben kesin demedikten sonra kesmeyeceksiniz.

Bütün dağılıyor elmalar hizmetçilere soruyor.

—Tamam mı, herkesin elması verildi mi?

—Verildi.

—Hadi kesin.

Perde açılınca Yusuf aleyhisselamın yüzüne nasıl baktılarsa gözlerini ayıramadılar. İşleme geçmişler elmaları kesiyorlardı, o elmaları kesmediler ellerini doğradılar. Cenabı Hak bunu bize Kur'an'da bildiriyor. Ellerini doğradılar ve acısını da duymadılar. Ondaki olan güzellik onların gönlünü öyle aldı ki ellerini kestiklerini bilemediler ve acısını da duymadılar. O da yine onda beşeri olan bir güzellikti. Cenabı Hak zahirde, beşerde onun kadar güzel bir kimseyi halk etmemişti. Görenler bütün onu melek, beşer değil diyorlardı.

Demek ki şimdi burada Evliyaullah’ın hayali rabıtası, rabıta-i nakşi hayal var, rabıta-i nakşi cemal vardır.

Rabıta-i nakşı hayal zahir görünen tarafı. Bize lazım olan odur. Biz ancak onu hayal ederiz, onu düşünebiliriz.

Rabıta-i nakşı cemali biz göremeyiz. Bunu zamanımızda göstermezler. Ama niye göstermiyorlar?

Bir insan rabıta-i nakşı cemali görürse ne olur?

Maişetten dûr olur, yemekten, içmekten dûr olur, hareket yapamaz. Bu zamanda şimdi onun için hâli gizlemişler, hâlinden haberdar etmezler. Onu da gizli geçirirler. Rabıta-i nakşı cemali gizli geçirirler, göstermeden geçirirler. Onun için gizlemişlerdir. Bu zamanımızda o taşınmaz, anlaşılmaz. Yaşayan da taşıyamaz, taşıyan da yaşayamaz ki anlaşılmaz, anlamayı bilmeyen de onu anlayamaz.

Ne olur buna?

Götürürler doktora, doktor bir şey anlamaz. Götürürler hocaya, hoca bir şey anlamaz. Ne olmuş derler? Deli olmuş, tımarhaneye götürürler. Ne yaparlar? Ona eziyetten başka bir şey yapamazlar. Bir çare bulamazlar.

Onun için burada rabıta-i nakşı cemali biz göremeyiz, bizimki hayaldir. Ama insan hayalden nakşa geçiyor. Hayal ede ede  nakşa geçiyor. Hayal demek unutmamak veya da gözünün önünden kaçırmamaktır.

Onun için burada her içtiğinizi, her aldığınızı, her verdiğinizi onunla; kalktığınız zaman, oturduğunuz zaman, namaz kıldığınız zaman, yemek yediğiniz zaman, bir vasıtaya bindiğiniz zaman, şeyhiniz rabıtanızla beraber, rabıtayı unutmayacağız, şeyh efendimizi unutmayacağız. Bize lazım olan budur.