Gülden Bülbüllere 4-11

Herkes bir can sahibi, herkes canan ilinden gelmiş. Ama herkes Leyla ile Mecnun gibi olamıyor. Leyla ile Mecnun olmak için ikinci bir gidiş geliş lazım. Niye Leyla ile Mecnun olamıyor?

Mecnun zahirdeki iradesiyle öyle bağlandı ki Leyla'yı çok sevdi. Arz üzerinde, dünya üzerinde artık daha Leyla kadar onun sevdiği bir kimse yok. Haşa estağfurullah, Allah'ı da biliyor fakat Allah'ı da bu kadar sevmiyor. Ama Leyla'nın sevgisi onu Allah'a ulaştırmış.

Nedir bu? Öyle inanmak lazım ki her şeyi güzel gösteren Allah'tır. Çirkinleri de çirkin gösteren Allah'tır. Öyleyse Allah'ın Celal sıfatı var. Görünen Celal sıfatı tecellide nedir? Orada muhalefetler, çirkinlikler görünür, kötü şeyler zuhur eder, kötü şeyler görünür. Ama Cemal sıfatı tecelli ederse bütün güzellikler meydana gelir. Bak kelamı kibarda "Cümle hüsnün anesi" dendi, bütün güzelliğin anası.

Aşk u muhabbet hânesi âlem anın dîvânesi

Âlem deyince, bir meşayihin âlemde, yeryüzünde sayılmayacak kadar çok sevenleri var, hep onun divanesi olmuş. Sevmişler ki divanesi olmuşlar.

Bu “Aşk u muhabbet hanesi” nin burada iki anlamı var:

Bir; dergâhında ihvanların, Müslümanların toplanıp da orada muhabbet etmeleri, zikir yapmaları, sevişmeleridir. Bu Allah'ın emri değil mi? Allah, Cenabı Hak “Allah için bir araya gelin, Allah için birbirinizi sevin, Allah için konuşun.” buyuruyor. İşte “Aşk u muhabbet hanesi” o dergâhıdır.

Bir de Evliyaullah'ın gönlüdür.

Onun gönlü bütün ne yapmış? Allah'ın sevgisini cezbetmiş. Bu sefer de kabiliyetine göre, istidadına göre, anlayışına göre, isteğine göre bu nimeti Allah'ı sevenlere dağıtıyor. Yoksa bu feyiz, muhabbet herkeste müsavi değil, bir değil. Bak buyuruyorlar ki,

—Bir müridin kalbine en az bir parmağım kalınlığında feyiz geliyordur. Gelmese mürit olmaz, sevmez, sevemez, diyorlar.

Zaten rabıtanın tarifinde: Başparmağım kalınlığında feyzi İlahi meşayihin, şeyh efendimin iki kaşının arasından kalbime akıyor.

Ne bu? Allah'ın nuru, Allah sevgisi.

Nur olarak da görünür. Yalnız nur olarak görünmez de sevgi olarak bilinir. Ama bak başparmağım kalınlığında sevgiyle sanki bir nehir gibi, Nil, Fırat nehirleri gibi oluyor.

….

Görmek başka, geçmek başka. Görmek olur, sevgi ile olur. Ama bu sevgi o kadar büyüyecek ki çoğalacak ki kendi o sevgi karşısında yok olacak.

Sevgi şudur ki:

Seven sevdiğinin karşısında yok olacak.

Sevilen sevende var olacak.

Bunu da işte Allah idrak versin, Allah bildirsin. En büyük sır, esrar bizdedir ama o esrarı çözmek lazım, o esrarı bilmek lazım.

….

Külfet bu dünyada var. Ahirette böyle bir külfet yok ki. Ahirette her şey mevcut, hiçbir şey düşünülmüyor. Hiçbir işlem yok, hepsi hazırlanmış.

Ama âşıklar için bunlar da bir şey demek değil. Âşıklar ne yapacak bunları?

Ne demiş âşık?

Ne edeceğim cennetin süsünü püsünü, zevkini sefasını ne edeceğim? Ne buyurmuş?

Sensin benim canım canı

Sensiz kararım yokturur

Sensiz hiçbir kararım yoktur.

Sensin benim canım canı

Sensiz kararım yokturur

Cennette sen olmazsan

Vallah nazarım yokturur

Yemin ediyor cenneti istemem diye. Sen olmazsan cennete de girmek istemem, diyor.

Kim diyor bunu?

Âşık diyor, Allah'a âşık olan diyor.

Cennete âşık olan zaten cenneti istiyor, cenneti kazanmak istiyor. Ama cenneti hiç istemeyen, cennet hiç gönlüne, aklına gelmiyor. Acaba Allah'ın rızasını kazanacağım mı? Allah'ın cemalini göreceğim mi?

İşte âşıklar böyle.

Sensin benim canım canı

Sensiz kararım yokturur

Cennette sen olmazsan

Vallah nazarım yokturur

Bizim elimizde mevcut olan Divan'da Salih Baba ne buyuruyor?

Cemâlin şem'ine müştâk olanlar       

Yani cemalindeki bu şem ışık manasına, nur manasına. Zaten güneş ışığı da şems’tir.

Cemâlin şem'ine müştâk olanlar       

Müştak yani cemalin şem'ine âşık, müştak olanlar, nurunu görmek isteyenler.

Cemâlin şem'ine müştâk olanlar       

N'eder cennetteki ebrârı leylî

Yani cennetin varlığını süsünü başını, altınını, incisini istemez.

Ama de ki biz âşık mıyız?

Âşığız.

Âşık değil miyiz?

Eğer hakiki âşıklara karşı âşık değiliz ama hiç Allah'ı sevmeyenlere karşı da…

Allah'ı seven kim, sevmeyen kim?

Allah'ı insanlar severler. Cennet için severler, cehennemden kurtulsun diye severler. Allah'ın emirlerini tutsun ki cenneti kazansın. Cehennem azabından kurtulmak için yasaklardan kaçsın ki kurtulsun.

Fakat âşıklar böyle değil.

Ne cehennemin korkusu var onlarda ne de cennetin arzusu var.

Ebu'l-Hasen Harkani Hazretlerinin kitabını basmışlar. Bir yerinde Rabia Adeviye validemiz yazılmış. Rabia Adeviye'ye sormuşlar:

—Cennet için amel etmek, işlemek mi efdal? Cehennemden korkaraktan amel işlemek mi efdal?

Hâlbuki ikisi de hak. O da diyor ki,

—Ne o, ne de o. Allah rızası için işlemek daha efdaldir, diyor.

….

Allah'ın sıfatları onlarda tecelli ediyor. Merhamet sıfatı da onlarda tecelli ediyor. Veliysen o zaman sade Müslümanlara değil kâfirlere de acıyorsun.

Nereden geliyor?

Hadiste, Allah'a yalvarmıyor muydu? “Ya Rabbi sen bunlara tanıt. Sen kendini bunlara tanıt bunlar bilmiyorlar, bildir. Bunlara da hidayet et.” Hep yalvardığı buydu.

Hazreti Ali ne yapmış işte? Bir kâfir, bir kızla evlensin diye başını ona vermiş, koymuş önüne.

—Al benim başımı kes de muradına nail ol, demiş.

Kâfire boynunu koymuş. Hadise şöyle olmuş: Bir kafir pehlivan bir kıza çok aşık olmuş. Kız tarafı da şart koşmuş. Demişler ki,

—Ebu Talibin oğlu Ali'nin başını getirirsen biz sana kızı veririz, demişler.

O adamda öyle bir aşk var ki, işte Niyazi Mısrî'nin divanında geçiyor

Bir gülün harı vardır yar demem

Kansız didelere ah u zar demem

İşte diyor ki öyle bir hale gelmiş ki vücuduna hangi el dokunsa beş parmağı kana dokunur. Vücudunu kana batırır gibi beş parmağı kana bulanır. İşte gözünden kanlar akıyor. 

Kansız didelere ah u zar demem

Dide ne?

Göz, gözyaşları.

Gözyaşları kansız olursa eğer ah u zar olmuyormuş.

Ama bu kimde olur?

Aşk-ı mecazda da olmuş, Leyla'da, Ferhat'ta... Allah'ın kulları, Allah onlara acımış sonunda mecazını hakikate çevirmiş.

Şimdi de o kâfir pehlivan o aşkıyla Hazreti Ali Efendimizi kesmek üzere giderken,

— Emelime ya nail olurum ya da ölürüm,

diye onun gözlerinden kanlı yaşı Allah çıkartmış.

Sonra Kur'an-ı Kerim'de bir hakikat var. Zeliha'nın hadisesi meydanda. Ne yaptı Zeliha'yı? Yusuf aleyhisselamın sevgisinden bütün hanımlıktan, sultanlıktan vazgeçirdi. Yerin altına girdi, yemiyor içmiyor, güneş, dünya ışığı görmüyor orada ağlıyor. Ağlaya ağlaya gözleri de kör oldu. Yedi senenin içinde çok ihtiyar oldu, beli büküldü, yüzleri kırıştı. Neydi bu?

Yusuf aleyhisselamın sevgisi. 

Ama Allah yine onu eski haline, gençliğine getirdi, yine Yusuf aleyhisselam ile evlendi. Tabiî çocukları bile oldu. Yusuf aleyhisselamın oğlunun ismi Efrahim'dir.

Ondan sonra, o kafir pehlivan Medine-i Münevvere'ye gelmiş yaklaşmış, böyle bir ah u eninle giderken Hazreti Ali Efendimize rast geliyor. Kâfire tamamen acıyor halini görünce.

—Nedir sende bu ah u enin, feryadın nedir, demiş. Kafir demiş ki,

—Benim feryadım bir âşıklığım var, vermiyorlar. Ben de Ebu Talib'i bilmiyorum. Ebu Talib'in oğlu Ali'nin başını istediler. Onun için ya öleceğim ya da…

İşte o zaman başını boynunu vermiş.

—Senin aradığın benim. Kes de götür muradına nail ol, demiş.

Allah o anda gönlünü döndürmüş onun, aşk-ı mecazını aşk-ı hakikate çevirmiş. O da orada demiş ki,

—Bir kız için de böyle bir merde kıyılır mı?

—Ya Ali ben caydım, kızdan da döndüm, hepsinden de döndüm. Ben Müslüman olacağım. Beni dostluğa, arkadaşlığa kabul ediyor musun?

Sahavet işte… O zaman vahiy geliyor. Hazreti Ali'ye Resulullah bildiriyor, “Habibim Ali'ye söyle ki sahavetlik olur ama bu kadar da olmaz.” Niye? Kâfirin muradı olacak diye başını veriyor. Bu macera olmuş. Eğer kelamı kibara bakacak olursak haktır. İşte Zeliha'nın hadisesine bakılacak olursa, Mecnun’un Leyla’nın hadisesine, Ferhat’ın Şirin’in hadisesine bakılacak olursa sonunda aşk-ı mecazı hakikate çevrilmiş.