Gülden Bülbüllere Teveccüh Sohbetleri-8

Amel olacak bizim tarikatımızda. Amel olarak da işte rabıta; şeriatımız yani şeriatta eksikliğimiz olmayacak.

Ne kadar bizde hal tecelli etse, ne kadar cezbe sahibi de olsak, ne kadar aşktan mütevellit kendimizde bir vecd âlemi, sarhoşluk, serkeşlik olsa bile ayılmaya çalışacağız. Cezbeyi de yenmeye bakacağız. Bir de şeriatta eksikliğimiz olmayacak. Hani bu kelamı kibarlar daima bunu söylerler,

Aşkın odu yüreğimde neler eyler neler eyler

Bugün ben bir âşık gördüm bu derdimden haber söyler

Gelin ey dertliler gelin bu derdimden siz de alın

Dertli bilir dertli hâlin ya dertsizler bunda neyler

Aşkın odu… Yani aşkın odu insanlara neler yapıyormuş?

İnsanı işte çok ağlatır da inletir de sızlatır da korkutur da.

Aşktırır beni avare eyleyen

Aşk insanlara avarelik de veriyor. Yani hiçbir işe bakamaz nasıl ki,

Eli işe güce gitmezmiş

Eli yardan ayırma

Bir kelam da böyle var. Yani yârdan mana Allah’tır.

Allah’tan zaten bizim ruhumuzun ayrılığı var. Ama bu ruhun ayrılığıdır. Cenabı Hak bizi mahluk olarak noksan sıfat halk etmiştir.

Ama ruh Cenabı Hak’tan niye ayrılmış gelmiş, ruh neden ayrılmıştır?

Ama yine ona gidecektir, ona gider.

İşte aşk demek ki insanların kalbinde ne yapıyor?

İşten de elini keser, her bir arzudan da onu geçirir. Düşünün bir insan arzu etmiş olduğu bir şeyi yapar, arzu etmiş olduğu yemeği yer, arzu etmiş olduğu elbiseyi giyer, arzu etmiş olduğu işi görür.

İnsan öyledir, şimdi herkesin idrak edeceği bir şey, bileceği bir şeydir. Senin arzu etmediğin, sevmediğin yemeği sana zorla yedirirlerse azap olmaz mı? Ama sevmiş olduğun yemeği her zaman yersin ondan zevk alırsın.

Sevmediğin elbiseyi sana zorla giydirseler sana azap olmaz mı? Sevmiş olduğun için, arzu ettiğin için ondan bir sürûr duyarsın.

Sevmiş olduğun bir işi ne kadar onu yapsan doyamazsın, usanmazsın. Sevmediğin işi zorla yaptırsalar, usanırsın.

İşte onun için eğer insanlarda Allah aşkı olursa ona bir serkeşlik, bir vecd âlemi gelir ki artık amel de ona ağır gelir. Hatta öyle bir insan bir vecd âlemine düşer ki hareket yapmak istemez. Namazda da bir hareket var ya. Yani rükû yapmasını istemez, secde yapmasını istemez. Tahiyyattan kalkmasını istemez. İşte der ki:

—Böyle hareketsiz olayım, kalbimi Allah ile meşgul edeyim. Kalbimden Allah’ı, Allah Allah Allah, diye zikredeyim.

Ama onda her ne kadar hâl tecelli ederse etsin cesedin bir şeriatı vardır.

Zaten şeriat cesede emredilmiştir. Mademki bu ceset sahibinin, bu cisim sahibinin cismi yok olmamıştır, ölmemiştir, çürümemiştir, gitmemiştir. Ne kadar onda hal tecelli ederse etsin, ne kadar onda makam ihraz ederse etsin yani tarikatta ne kadar yükselirse yükselsin yine şeriatta eksikliği olmayacak, şeriatını yapacak.

İşte burada bazı şeyler var ki tarikatta, muhabbetten dolayı o bir hâl onda tecellî ediyor. Evet, işte kelamı kibar tamamlıyor,

Aşkın odu yüreğimde neler eyler neler eyler

Bugün ben bir âşık gördüm bu derdimden haber söyler

Gelin ey dertliler gelin bu derdimden siz de alın

Dertli bilir dertli hâlin ya dertsizler bunda neyler

Öyle buyurmuyor mu? Bir kelam daha var,

Yüzgeçliği öğrenmeyen kul girmesin bu deryaya.

Dikkat edin, bu kelam çok önemli. Bunda çok büyük manalar var.

Yüzgeçliği öğrenmeyen kul girmesin bu deryaya

Aşk deryası derin olur acep nasıl battığını

Yani aşka duçar olanlara, onlarda öyle bir hâl olur ki hareket bile onlara çetin geliyor. Bunlar çalışmadığı gibi, hiçbir şeyde arzuları olmadığı gibi bakarsın ki onda ibadet arzusu da yok. İbadet de ona çetin geliyor. Ama ibadeti yapacak, ibadetini yapacak.

Bu bizim başımızdan geçti. Ben mesela şeyh efendimizden ders aldıktan sonra bir sene hatta iki sene çalışamadım. Şahidim var burada. Bir sene hiç çalışamadım, bir sene de çok zorla. Tabii biz rençberiz ekeceğiz ki biçelim, biçeceğiz ki yiyelim. Hasadı kaldır ye. Bir sene hiç çalışmadım. Sanki ambardan kalk dedikleri zaman bana sanki tokmağı alıp başıma vuruyorlardı.

Bunu tabii şifahen de mübareğe söylemişler. Böyle bir cemaat içerisinde sohbet ediyordu. Öğle vakti gittim, ziyaret ettim; elini öptüm, oturdum. Sonra bize böyle buyurdu ki:

—Tespihin kalacak, icabında zaman zaman namazın da kazaya kalsın, işini kazaya bırakmayacaksın, işini göreceksin. Canım sen diyeceksin ki bana çetin geliyor, ben iş ile meşgul olduğum zaman olmaz. İşin kazaya kalmayacak, dedi.

Dedemizi söyledi.

—Sonra senin deden Hazreti Pîr “Mürşidi Sakaleyn” idi. Sadece insanların değil cinlerin de efendisi, cinlerin de şeyhiydi. Cinlerden de müridi vardı, onlara da sohbet yapardı. O diğer boş zamanlarında, sanatı dülgerlikti, boş zamanlarında testere ile keser ile bir şeyler yapardı. İhvan olmadığı, gelmediği zaman, sohbet olmadığı zaman icap eden şeyleri bunlarla bir şeyler yapardı.

Babanız büyük bir âlimdi. O da on iki nüfusunu keserle geçindiriyordu. Birisi senin deden “Mürşidi Sakaleyn” insin cinnin meşayihi, büyük bir veli. Sen ondan daha mı büyüksün ki dedi o çalışıyor da sen çalışmıyorsun.

Ama mübarek, celâlliydi.

—Senin baban büyük bir âlim idi. O bir keser ile on iki nüfusu geçindiriyordu, o çalışıyordu. Sen ondan daha mı iyi biliyorsun, dedi. O çalışıyor da sen çalışmıyorsun.

Bunlar böyle, buyurdu ki:

—Dersini kazaya bırak, icap eder ki namazını da kazaya bırak. İşin kazaya kalmayacak. Çalışacaksın, çalışmak Allah’ın emridir, çalışacaksın. Ama sen kardeşim sen dersen ki… Beni büyük biliyorsan eğer böyle. Büyük bilmiyorsan niye peşimde dolanıyorsun, dedi.

İşte canım sen dersin ki efendim ben çalışamam, gafil oluyorum. Kardeşim niye gafil olasın. Senin ruhun esaretten kurtulmuştur, ruhun ayılmıştır. Yeter ki sen bir işe başladığın zaman “Bismillah destur ya hazreti pir.” de. Kapıdan çıkıyorsun “Bismillah destur ya hazreti pir.” de. Bir işe başladığın zaman “Bismillah destur ya hazreti pir.” de. Bir şey aldığın zaman “Bismillah destur ya hazreti pir.” de. Koyduğun zaman, yediğin içtiğin zaman de. Sen o zaman gafil değilsin, dedi.

Evet, bir sene hiç çalışmadım, bir sene de çalıştımsa da bir tehditle sanki bir polis silah çekmiş gibi bana: “Bu işi göreceksin, görmezsen seni vuracağım.” diyor. Böyle çetinlikle çalıştım.

İşte demek ki burada bu böyle. İş de olduğu gibi amelde de olabilir. Bazı tarikatlarda işte böyle onun için,

Düş var imiş aşkın yolunda bilmedim eyvah

Bu kelam onu söyler. Aşkın yolunda düşmek de vardır. Düşen kim?

Düşen işte onda muhabbetten mütevellit, aşktan muhabbetten mütevellit olan hâlle ameli, ibadeti zayıf görürse,  şeriatı zayıf görürse düştü, battı. İşte burada,

Yüzgeçliği öğrenmeyen kul girmesin bu deryaya

Aşk deryası derin olur acep nasıl battığını

Aşk deryası derindir, diyor. Yüzgeçliği bilmeyen bir insan böyle girer, batarsa niye giriyor?

Yüzgeçliği bilmeyen battı. Ama yüzgeçliği bilen batmaz.

Öyleyse demek ki burada yüzgeçliği öğrenip o deryaya ondan sonra girmek lazımdır.

Bazı mesela tarikatlarda var. Söylerler, bu doğrudur. Ama sözün yalanı değil, yanlışı vardır. Evvel şeriat sonra tarikat, diyorlar. Hani şeriatı olmayan, şeriatı bilmeyen tarikatı nasıl yaşayacak, diyorlar. 

Hatta bu zamanımızda şimdi tarikat bu cahillere mi kaldı, diyorlar. Bunlar söylüyorlar ama bunların bir yanlışlığı var. Yalan değil yanlışlığı var. Nedir?

İnsan için şeriat Allah’ın emri demektir. Ama burada şeriat ilim, amel, ihlâstan ibarettir.

Şeriatı cesede emretmiştir, sen bir cisim sahibisin. Cismin şeriatla temizlenecek. Cesedini hayvani sıfattan şeriatla kurtaracaksın. Şeriatın olmazsa bu cesedi sen hayvani sıfattan kurtaramazsın.

Bazıları derler ki: “Kalp temiz olsun. Hani namazında, orucunda, ibadetinde ne olacak? Kalp temiz olsun.” derler. Bu da çok yanlıştır. 

Bazıları da der ki: “Bunun zâhir ilmi yoktur, tarikatı olsa ne olacak?” Bu da çok yanlıştır.

Evet, burada şeriat ilmi ne yapar insanı? Hayvani sıfattan kurtarır.

Tarikat ilmi ne yapar insanı? İnsanın ruhunu makamına ulaştır.

Sonra şeriat ne yapar? Cesedi temizler.

Tarikat ne yapar, zikir ne yapar? Kalbi temizler.

Zikir, kalbi temizliyorsa herkesin kendi başına zikretmesiyle, hayır bu olmaz. Tarikatsız, mürşitsiz zikir kalbi temizlemez, olmaz.

….

Ateş-i aşkınla yandır Sâlih’i

Şarab-ı lebinle kandır Sâlih’i

İşte kim Sâlih?      

Sizsiniz, Allah’a şükür.

Öyle bir aşk ver ki diyor aşk onu yaksın, yok etsin.

Neyini yok etsin, yaksın?

Kalbindekileri yaksın, yok etsin.

Zaten bize mani olanlar kalbimizdekiler. Kalbimizde bunlar yanmazsa, yok olmazsa o zaman Allah korusun biz çok kendimize gadrederiz, çok mesela azaba düşeriz, çok felakete düşeriz, çok sıkıntılara, mihnetlere düşeriz.

Şarab-ı lebinle kandır Sâlih’i

Leb demek dudak demektir. Yani senin dudaklarından çıkan kelamlar da insanları sarhoş eder.

Sarhoşluk ikidir: Bir mesela insanların nefsi içkilerden sarhoş olur. Bunu Cenabı Hak haram etmiş.

Bir sarhoşluk da var ki: Allah aşkı, Allah sevgisidir. Bu da insanı sarhoş eder, bu helaldir. Bak, onun için kelamı kibarlarda geçer,

Bu aşk bir bahr-i ummandır

Aşk bir bahr-i umman; umman, yani büyük bir deniz.

Bu aşk bir bahr-i ummandır

Buna hadd ü kenar olmaz

Bunun kenarı, haddi yok, sınırı yok.

Delilim sırr-ı Kur’an’dır

Bunu bilende ar olmaz

Sırr-ı Kur’an nedir?

Sırr-ı Kur’an şudur ki: Cenabı Hak Kur’an-ı Kerim’in manasını Fatiha süresinin içerisinde derç etmiş.

Fatiha’nın manasını Bismillah’ın içerisinde toplamış, derç etmiş.

Bismillah’ın manasını da bir noktada derç etmiş.

Onu bilen işte bahr-i umman deryasıdır, o da aşktır. 

Bu aşk bir bahr-i ummandır

Buna hadd ü kenar olmaz

Delilim sırr-ı Kur’an’dır

Bunu bilende ar olmaz

Ama delilim de Kur’an’ın sırrıdır, Kur’an’ın esrarıdır, diyor.

Ama Kur’an’ın sırrını, esrarını herkes biliyor mu?

Bilemiyorlar. Ancak aşka duçar olan, Kur’an’ın esrarını bilir.

Kur’an’ın bâtın manası onun kalbinden doğuyor. Hakikat manası onun kalbinden doğuyor.

Bu aşk ne yapar?

İşte aşkın merkezine dalıyor, aşkın noktasını okuyor.

İlim bir noktadır. O nokta ise Allah’ı bilmektir, Allah’ı bulmaktır.

İnsanlardan Allah’ı kim bulabilir?

İlmel yakin bilenler Allah’ı bulmamışlar.

Aynel yakin bilenler de bulamamışlar.

Hakkel yakin bilenler bulmuşlar.

Hakkel yakin bilmek için de bak buyuruyor,

Mürşit gerektir bildire Hakk’ı sana hakkel yakin

Hakk’ı sana hakkel yakin o bildirecek.