142

Cihan bir noktada pinhân değil mi
Anı fehm eyleyen irfan değil mi

Kamu esma ile tezyîn olunmuş
Acâib san'at-ı Yezdan değil mi

Kamuya zübde olmuştur Muhammed
Hakîkat gevheri ol cân değil mi

Vücûdu cümle mevcudatı cami'
Dahi ilmiyle bî-pâyân değil mi

Dahi hem "küntü kenz" in ma'denidir
Kemâl-i zâtına bürhân değil mi

Terinden halk edip ervahı Mevlâ
Dahi âyîne-i Sübhân değil mi

Kamu eşyaya hikmetle nazar kıl
Gören hem görünen ol an değil mi

Ki "Beyne'l-mai ve't-tiyn" iken Âdem (1)
Saadet kişveri hâkân değil mi (2)

"Kün" emriyle vücûda geldi âlem
Hitâb-ı "nûr" ana lem'an değil mi (3)

Hûda'nın cümle esmâ'ı sıfatı
Muhammed'den kamu tibyân değil mi

"Nefahtü fîhi min ruhî" hitabı (4)
Olunan sûret-i Rahman değil mi

Yüzünde hem sözünde gözlerinde
Konulan nuru Ol sultân değil mi

Bu sırdan bilmeyip kılan inadı
Sücûd eylemeyen şeytân değil mi

Celâli kahrına mazhardüşüben
Kamuyu ağlatan ol kân değil mi

Nice âşıkları bâb-ı rızâdan
Ki hüsrana salan derbân değil mi

Olup kahr âleti bâr-ı girânı
Boyun verip çeken hayvan değil mi

Ki semm-i mân "bâl" deyip içiren
Kamu ol fitne-i devrân değil mi

Huda mahfuz edip âşıklarını
Bular "Lâ havf" ile şâdân değil mi (5)

Dürer-bâr-ı Muhammed Mustafâ'dan (6)
Haber veren bunu Kur'ân değil mi

Sıfât-ı Çâr-yârla bürünenler
Bularla muttasıl el-ân değil mi

Hilâfet tahtına sultân olanlar
Ebû Bekr ü Ömer Osman değil mi

Birisi mazhar-ı Haydar-sıfât hem
Aliyyü'l-Murtazâ arslan değil mi

Olanlar "Men aref" sırrına agâh
Kamu bir noktada yeksan değil mi

Halâs eden bugün nefsin sivâdan
Kamusu zümre-i îmân değil mi

Hakîkat bahrine gavvâs olanlar
Şikârı dür ile mercan değil mi (7)

Olanlar müşteri işbu metâa
Bahâsı terk-i cism ü cân değil mi

Olanlar devlet-i dünyâya mağrur
Buların kısmeti noksan değil mi

Buları ehline taksîm edenler
Cihanda Mürşid-i Rabbân değil mi

Vilâyet şehrinin hem pâdişâhı
Hakîkat sûretâ inşân değil mi

Bu asr üzre cihanın kutbu şahı
Pîr-i Sâmî-yi Erzincan değil mi

Pîrimiz serverimiz rehberimiz
Bizim ol server-i hûbân değil mi

Gulâm olmak bunun gibi velîye
Bize Hak'tan büyük ihsan değil mi

Haberdâr olmayan kendi özünden
Kamu bildikleri yalan değil mi

Senin aşk-ı hayâlinden Hudâyâ
Gözümden dökülen bârân değil mi

Derûnumda yanan nâr-ı muhabbet
Bana ol tuhfe-i cânân değil mi

Ararım Yûsuf'um kande bulamam Ki
Yûsuf'suz bu ten zindan değil mi

Benim nem var bu âlem içre bilmem
Hemân bir kuru ad u san değil mi

Alıp benliğimi benden İlâhî
Bu Salih'e büyük ihsan değil mi
Pinhan = Gizli.

Tezyîn = Süslenmiş.

Zübde = Öz, en seçkin.

Mevcudat = Yaratılmışların hepsi.

Bî-pâyân = Sonsuz.

Bürhân = Delil.

Ervah = Ruhlar.

Ayine-i Sübhan = Allah'ı gösteren ayna.

(1) = "Âdem çamur halindeyken" Hadis.

(2) = Mutlutuk ülkesi padişahı değil mi ?

(3) = Cenabı Hak, âyetinde "Nurumdan yaratıldın" demiştir.

Tibyan = İzahlı teftir, açık anlatma.

(4) = "Ruhumdan üfürdüm" Hicr; 29, Sad;72.

Sûcud = Secde.

Bab-ı rızâ = Rıza kapısı.

Derban = Kapıcı.

Bâr-ı girân = Ağır yük.

Semm-i mâr = Yılan zehri.

Fitne-i devrân = Dünya fitnesi, zamanın fitnesi.

(5) = "Korku yoktur" âyeti ile sevinçli değil mi?

(6) = Muhammed Mustafa'nın inci sözleriyle.

Dürerbâr = İnci saçan.

Çâr-ı yâr = Dört halife.

Muttasıl = Bitişik, alâkalı.

El-ân = Şimdi, hâlâ, şu anda, henüz.

Men Aref = 'Nefsini bilen Allah'ını bilir' hadisi.

Gavvas = Dalgıç.

(7) = Avı inci ile mercan değil mi.

Meta' = Mal, alınıp satılacak şey.

Bahâ = Değer, kıymet, bedel.

Mağrur = Gururlu.

Server-i hûbân = Güzelliklerin reisi.

Gulâm = Esir, köle.

Bârân = Yağmur.

Nâr-ı muhabbet = Muhabbet ateşi.

Derun = İç.

Tuhfe-i canan = Sevgilinin armağanı.