Page 10 - Gülden Bülbüllere 1 - Abdurrahim Reyhan Erzincani
P. 10

10                                                 Gül'den Bülbüllere

               Hem  mürebbîdir,  onu  bir  yetiştiren  var  ama  kendiliğinden  yetişmemiş.
            Hz.  Mevlânâ’yı  o  kadar  ilmi  ile  bir  yetiştiren  var.  Eğer  kendiliğinden
            yetişmiş  olsaydı,  Abdurrahman  Câmî  hazretleri,  o  kadar  ilmi  ile  yetişirdi.
            Nice  abidler  amelleri  ile  kendilerini  yetiştirirlerdi.  Yetiştirememiş  bunlar.
            Yarıda kalmış. “Mûtû kable ente mûtû” (ölmeden önce ölün) sırrına mazhar
            olamamışlardır.
               Mürebbî  olmak  kimdedir?  “Mûtû  kable  ente  mûtû”  sırrına  mazhar
            olmaktır. “Mûtû kable ente mûtû” sırrına ermemişse bir insan, yetişmemiştir.
            Yetiştirici değildir.
               “Mûtû kable ente mûtû” sırrına kimler mazhar olur? Ancak râbıta sahip-
            leri  mazhar  olur.  Yani  kâmil  mükemmil  mürşidi  kendisine  hakikat  aynası
            yaparsa. Evliyâullâh hakikat aynasıdır, Hak aynasıdır. Orada kendisini bilir,
            aynada kendi eksiklerini görür ve tamamlar. Başka yerde tamamlayamaz.
               Bu denli ilme mâlik iken İblis
               Senin ilmin bilmedi o telbis
               Bu kadar ilmi ile imansız gitmiş. Öyle ise insan bir hakikat aynasının kar-
            şısına geçecek ki noksanını bilsin. Zaten Cenâb-ı Hak bizi noksan yaratmış
            ama biz noksanımızı bilemiyoruz.
               Kişi noksanını bilmek gibi irfan olamaz
               Ama sen ârif olmak için noksanını bileceksin. Noksanını bilemiyorsan,
            sen  kendini  çok  maharetli,  hünerli,  mârifetli  biliyorsun.  Noksanını  nasıl
            bileceksin?  Hakikat  aynasının  karşısına  geçersen,  yani  bir  râbıta  sahibi
            olursan. Bakın, kelamlara bakın:
               ‘Men aref’ sırrına vâkıf olmadım,
               Çok muhbire vardım haber almadım,
               Hergiz bundan eşed bir dert görmedim,
               Aslımdan bir haber veren yok bana.
               Çok habercilere gittim de onlardan kıymetli bir söz alamadım. Nereden
            geldiğimi onlar bana bildiremediler. Nereye gideceğimizi de söyleyemediler.
            Nereden gelip nereye gideceğimizi bilememek ise, benim için bundan daha
            büyük dert bundan daha büyük ihtilaf olamaz. Bak ne diyor:
               Râbıtamda Hazreti Pîr’e dedim ey Sâmiyâ
               Geldiğim bilmem ne içindir bu dünyadan garaz
               Râbıta yapmış, hakikat aynasının karşısına geçmiş. Bu dünyaya niye gel-
            diğini bilmiş ama nasıl bilmiş? Bak:
               Hep zuhurat pîrimindir, yazdığım aklâmiyâ
               Dedi ikmâl-i merâtibdir bu süflâdan garaz
               Aklâmiye: Sözler.
               Anasır-ı  zıddiyet  var  sende.  Çok  muhalif  olan  dört  madde  var.  Sen  bu
            dört  muhalif  maddeyi  çevirdin,  tebdil  ettinse  işte  o  zaman  sen  nereden
            geldiğini de bildin, nereye gideceğini de bilirsin.
               Bu gelmek, gitmek; sadece doğmak, ölmek değil efendiler. Zaten herkes
            doğuyor, ölüyor. Bu herkesin gördüğü, bildiği bir şey. Bu gelmek, gitmek
            bizim burhanımız (burhan: kurtuluş).
   5   6   7   8   9   10   11   12   13   14   15