Page 90 - Gülden Bülbüllere 1 - Abdurrahim Reyhan Erzincani
P. 90

90                                                 Gül'den Bülbüllere

            Kehf’in peşine takılan köpek cennette yaşayacak. Biz onları sevdikse eğer,
            onların  duası,  himmeti  bizi  o  fesat  ümmetten  etmiyor.  Ve  âhirette  onunla
            beraber olacaksınız. Burada Cenâb-ı Hakk’ın bir ihsanı var.
               Şöyle  özetleyebiliriz:  Bizim  Müslüman  olmamız,  ümmet-i  Muham-
            med’den olmamız, tarikat ehli olmamız, daha da büyük ihsanlar; tarikatı bil-
            dik yaşadıksa, tatmışsak, muhakkak ru’yetulllahı da göreceğiz. Ru’yetulllah
            haktır.  İnkâr  edenler  bâtıl  oldular.  İslâm’dan  ayrıldılar.  Mutezile  mezhebi
            diye ayrıldılar. Bunu tasavvuf kitapları yazar Reşâhat’ta yazar. Orada:
               Alaaddin-i  Attar  Hazretleri,  Nakşibendî  Efendimiz’in  üçüncü  halifesi.
            Onun  zamanında  ehl-i  sünnet  âlimleri  ile  mutezile  âlimleri  ru’yetulllah
            hususunda bir çatışma yapmışlar. Bahse dalmışlar. Onlar ru’yetullahı inkâr
            ediyorlar. Ehl-i sünnet âlimleri:
               “Ru’yetulllah vardır.” diyorlar “Haktır” diyorlar. Hayli bir çatışmadan
            sonra ehl-i sünnet âlimleri aciz kalıyorlar. İkna edemiyorlar. Her iki taraf da
            çok deliller getiriyorlar.
               Cenâb-ı Hak:
               “Sen  beni  göremezsin.”  buyurdu.  Bu  onların  elinde  bir  delil  oluyor.
            Âyetlerin tevili vardır, tefsiri vardır. Ulemâ tevili de yapar, tefsirini de yapar.
            Ehl-i  sünnet  olanlar  ikna  edemeyince  Alaaddin  Attar  Hazretleri’ne
            koşuyorlar.
               “Efendim din gidiyor. Sen bize yardım et.” diyorlar. O zaman Alaaddin
            Attar Hazretleri diyorlar ki:
               “Siz  bana  onların  âlimlerini  getirin.”  Gidiyorlar,  getiriyorlar.  Diyor  ki
            bunlara:
               “Ben size ru’yetullahı hakke’l-yakîn göstereceğim. Yalnız şartımız şudur:
            Üç gün tahâretle, nezâfetle bizim sohbetimizde bulunacaksınız. Boy abdesti
            alacaksınız.  Sabahleyin  geleceksiniz,  ikindiye  kadar  bizim  sohbetimizde
            bulunacaksınız.”
               Bir  yapmışlar,  iki  gün  yapmışlar,  üçüncü  ikindi  zamanında  bunlara
            Mübarek, manevî gözü ile bakmış. O gözü bunlara isabet edince ne olmuş.
            Hepsi  sökülmüşler,  yere  serilmişler,  cezbe  almış  bunları.  Bayılmışlar.
            Kendilerinden  geçmişler.  İradelerini  kaybetmişler.  Çırpınmışlar.  Ağızların-
            dan köpükler saçılmış. Bağırmışlar. Ayılınca, ayılan ayağına kapanmış.
               “Haktır,  kabul  ettik  ru’yetulllahı.”  demişler  “Sen  de  Hak  meşâyihi  bir
            velisin.  Biz  de  tarikata  gireceğiz.  Kabul  et  demişler.”  Hepsi  de  ihvan
            olmuşlar.
               Onun için çok şükür; şeriat, tarikat, hakikat, mârifet var. İnsanlar mârifete
            de  ulaşıyorlar.  Mârifet  insanların  en  yüksek  makamı.  Şeriat  da  Cenâb-ı
            Hakk’ın emri. Şeriat hepsinin başı.
               Nakşibendî  Efendimiz’den  sormuşlar:  Sizin  tarikatınızın  bidâyeti  nedir,
            nihâyeti nedir?
               Buyurmuşlar ki:
               “Bizim  tarikatımızın  bidâyeti  de  Âmentü  billâh,  nihâyeti  de  Âmentü
            billâh.  Yani  bidâyeti  de  Allah’ın  varlığına  inanmak,  nihâyeti  de  Allah’ın
            varlığına inanmak. Yani bu altı şarttan başlıyor İslâm. Bu altı şart ile insan
            sona eriyor. Kemâle ulaşıyor.”
   85   86   87   88   89   90   91   92   93   94   95