Page 52 - Dosta Doğru Dergisi 2. Sayı
P. 52

ime için sonsuz esrârı vardır. Onu          başkası sadece zâhir de kalır. Bir baş-     zuhûr eder.»
ifade etmek için denizler mürekkeb olsa        kası da birinci bâtnın gerektirdiğiyle          Âlim İmam Râbbânî Arif Ebu,
tükenir, onun mânâsı tükenmez. Bu              amel etmezse ikinci bâtınından nasibi
sonsuzları bir kalıba sokmak, bir şeye         olmaz. Bu minval üzre her bir derece        Ya’kûb Yusuf bin Eyyûb el-He- medânî
bağlamak ve sayılarla sınırlamak nasıl         anlayış o	derecedeki kimsenin ameline       - kuddise sirruh - buyurmuşlardır ki:
mümkün olur, cevab ver.»                       hüccet olur ve her amel bir başkasının
                                               gereğiyle amel etmeye imkân ve istidad          «Herkes dini kendi mertebesine
    Et-Teysır’de der ki: «Tefsir, âyetin       hazırlar. Bu, kelâmın bütün bâtnlarının     göre yaşar. Cenâb-ı Hakk’dan da ona
nüzulünü, durumunu, kıssasını, sebeb-i         sonuna kadar gider ve batnların sonuna      göre muamele görür. Şöyle ki: Bütün
nüzulünü ve kendisiyle murad olunan            ulaşmak imkânı ortaya çıkar. Bir vakit      farzların bir kalıbı, bir de rûhu vardır.
toplulukları bilmek ilmidir. Te’vîl ise        gelir ki mütekellimin, yani sözü söy-       Dinin emirlerine kendini lâyıkıyla tes-
âyeti kendinden öncesine ve sonrasına          leyenin huzuruna varıp ne yapacağını        lim etmeyen, amellerini lâyıkıyla edâya
muvafık düşecek mânâlara hamletmek             ondan sorarsın ve onun ilmine dalarsın.     gayret göstermeyen kimse din büyükle-
demektir.                                      Buradan anlaşılır ki İlâhî kelâmın ve       rinin muhtelif mertebelerdeki kimseler
                                               hadîs-i Nebevinin mânâlarının sonu-         için olan sözlerini birbiriyle çatıştırır,
    Denildi ki: Tefsir, kelâmın zâhirini       na varmak, yani bir noktada toplamak        tezaddân kurtulamaz. Birbiriyle tezad
izah, te’vîl, bâtınını izahdır. Tefsir, ilm-i  hiç kimsenin kârı değildir. Allah’ın bir    teşkil etmeyen bu sözlerin izahında bir-
nüzuldür. Burada söz hakkı rivâyetle-          emrini her derecedeki insan derecesine      biriyle tezad teşkil eden çok sözler söy-
rindir. Te’vîl, nass ve icmaa uygun düş-       göre yaşar. Ama meşâyih-i kiram hazre-      lenmiştir. Bunlan, bu izahları yapanla-
mek şartıyla istinbatta bulunmaktır.»          tinin sözlerine gelince bir amele işâret    rın mertebelerini, seviyelerini görmekle
                                               eden sözlerine sarılmakla derece dere-      anlayabiliriz.
    Arif imam Abdullah bin Ali el-             ce, adım adım amellerin ve anlayışların
Hakîm et-Tirmizi der ki:                       sonuna kadar varılabilir. Eğer iş ciddî         Bunun gibi müfessirlerin dereceleri
                                               tutulur, muhâtab ihlâsla amel ederse,       de muhtelifdir. Dirayet sahibi olmayan
    «Kur’ an’ın- öyle incelikleri vardır ki    amel ettiği sözün ve o sözün sahibinin      müfessirin, naklini yapacağı malûmat
eğer kendini verirsen sana kendini ve          huzuruna kadar vâsıl olabilir, bu müm-      karşısında hayret ve şaşkınlık izhâ-
her şeyini unutturur. Kalbini Kur’an’ın        kündür.                                     rından başka bir durumu olmayacağı
dışındaki bütün inceliklerden keser.                                                       aşikârdır. Halbuki müfessirin fehm,
Yine onun nice esrârı vardır ki onunla         Bundan sonra	  da                           yani anlayış gözü açık ve dirâyeti kuv-
nebilerinin ve velilerinin kalblerini ihya     vakıf yapıp, ondan sonrasını ikinci         vetli olması lâzımdır. Arabcayı bütün
etmiştir. Peygamberlerin pek çoğu, o           cümlenin başı olarak kabul de hakdır.       incelikleriyle bilmekte, akaaidi de çok
inceliklerin pek çoğunu anlamaktan             Vakıf yapmayıp geçmek de hakdır. Ehl-i      iyi bilmekte kemal derecesinde bu-
âciz kalmışlardır. Onlardan sonra ge-          sünnet ve’l-cemaat mezhebinde ikisi de      lunması lâzımdır. Kur’an’ın muazzam
len tevhid ehilleri de aynı şekilde âciz       sahihdir. Bu iki rivayetin ikisi de Abdul-  güzelliklerini ve inceliklerini müfessir
kalmışlardır. Bu anlayamadıkları şeyler        lah bin Abbas’a dayanır. Allah ondan        kaçırmamalı, farklı mertebelerde bu-
sûre başlarındaki hurûf-i münferide            razı olsun. Bu iki anlayışın arasında bu-   lunan sâliklere göre derece ve durum-
yahut hurûf-i mukattadır. İşte bütün           lunan anlayışlarda hak ve hakikat ehil-     larına göre ayrı ayrı izah edebilmelidir.
bir sürede anlatılanlar o sûre başındaki       lerine göre tenakuz yoktur. Bütün bu        Herkesin meşrebi dirayet ve kiyaset sa-
hurûf-i mukattaada derc olunmuştur.            sözleri iyice teemmül ve tefekkür etmek     hibi olmaya, yani yüksek bir anlayışa ve
İşte onları, Cenâb-ı Hakk’ın ihya ettiği       suretiyle iki anlayışın arasındaki farkı    zeki olmaya müsâid değildir. Cenâb-ı
bir kalbe sahib bulunanlar anlarlar, baş-      birbiriyle çatıştırmadan anlayıp tevhid     Hak ise herkesi vüs’atince, yani kaldı-
kaları bir şey anlamazlar.»                    ederler. İnsanların anlayışları derecele-   rabildiği kadarıyla mükellef tutacaktır.
                                               rine göredir. Mezhebler de buradan          Allah’ın her derecedeki kullarına mua-
    Ehl-i Sünnet ve’l-cemaat mezhebi-                                                      melesi ayrı ayrıdır. Kur’an’ı tefsir eden
nin reisi İmam Ebu Mansur Mâtüridî                                                         bir kimse de her insana derecesine göre
- kuddise sirruh - der ki;                                                                 izah yapabilmelidir. Kur’an’daki darb-ı

    «Remz tarîkıyla beyanda Cenâb-ı                                                                                 ağustos 2013
Hakk’ın kudretinin izhâr edilmesi hik-
meti gizlidir. Allah Teâlâ eşyadan dile-
diği mânâları bu kelimelerle, bu harf-
lerle gizlemiş, bu mânâların ifâde ettiği
mânâları dilediği kullarına ilhâm eyle-
miştir. Bunlar akıl yormakla anlaşıla-
cak şeyler değildir.»

    «Avârif tercemesi»nde der ki:
    «Cenâb-ı Peygamber -Sallallahu
Aleyhi ve Sellem- Efendimizin hadîsle-
rinin her bir kelimesinin, din büyükle-
rinin sözlerinin her bir kelimesinin bir
zahrı, bir bâtnı vardır. Her bâtnın da
bir bâtnı vardır. Derecesine göre insan
zahir anlayışa göre amel etmeyi münâ-
sib görmez. Birinci bâtnın mânâsını
da az görür ve gerektirdiğiyle amelden
zevk duymaz. Daha ilerisini ister. Bir

50 | dosta doğru
   47   48   49   50   51   52   53   54   55   56   57