Page 106 - Gülden Bülbüllere 1 - Abdurrahim Reyhan Erzincani
P. 106
106 Gül'den Bülbüllere
Müntehî her ne kadar cismi ile Beytullâh’a yönelmiş ama, ruhu nereye
yönelmiş? Ruhu da Cenâb-ı Hakk’ın zâtına, azametine yönelmiş.
Hz. Ali Efendimiz: “Ben görmediğim Allah’a secde yapmam.” demiş.
Ama secdesinde Beytullâh’tan dönmemiş ki. Cismi Beytullâh’a secde
yapmamış. Bizler de Beytullâh’a dönüyoruz ama secde etmiyoruz. Zâten
Beytullâh’a secde etsek o da küfür. O da bâtıl.
Âmentü’ye, müptedî inanıyor ve inancını yaşıyor. Ama müntehî de müşa-
hede var. İnandığını görüyor. Görerek yaşıyor. “Âmentü billahi” ile başla-
masından gıyabî inancı var. Sona ermesi, müşahedesi inancına şahit oluyor.
İnandığını görerek yapıyor.
“Âmentü billahi: Ben Allah’a inandım.” İnandık biz. Müptedî de inan-
mış. Müntehî de inanmış. Müntehî inanmış olduğu Allah’ı görüyor.
Söyleyemez ki görenler. Ben şöyle gördüm, rengi şu idi, boyu şu idi,
güzelliği şu idi diyemez ki. Akıllar idrak edemez ki. Cenâb-ı Hak’ta noksan
sıfat yok. Mekân yok. Sıfat olmadığı için, mekân olmadığı için, görünür ama
söylenmez. Niçin?
Gördüğü nedir bilemez
Kendini yoklar kendini bulamaz
Ne oluyor? Kendi varlığından kurtuluyor. Kendi varlığından geçiyor.
Onda yeni bir varlık tecellî ediyor. O varlıkla O’nu görüyor. Gören de
kendisi, görünen de kendisi.
Kendini kendi göre kendi bile
Bâkîsin edemezem gelmez dile
Bunu dile getirse, zâhire, şeriata muhalif. Küfür. Mansur’u niçin astılar?
Burada Mansur değil, Mansur’da tecellî eden bir sıfat; Mansur söylemedi
ki... Mansur orada bir âlet oldu. Mansur’un dilinden Hz. Allah konuştu, Hz.
Resûlullâh konuştu. Kelâm-ı kibâra bakın:
“Zât sıfatın aynı mıdır? Değil. Gayrı mıdır? Değil. Aynı da değil, gayrı
da değil.”
Divan, bütün kelâmı kime söylemiş? Râbıtaya söylemiş. Râbıtadan söyle-
miş. Râbıta Allah mıdır? Allah’tan gayrı mıdır? Değil.
İşte Âmentü’nün şartları. Allah’a gıyâbî inancımız var. Meleklere gıyâbî
inancımız var. Kitapları göremiyoruz, bilemiyoruz. Onların da Hak kitabı ol-
duğuna inanıyoruz. Çünkü bu kitaplar Peygamberlere gelmiş. Bu kitaplar
elde olmadığı için gıyâbî inanıyoruz. Âlim olmasak, Kur’an’ın manasını
bilmesek, ona da gıyâbî inanıyoruz. Hak kitaptır. Hepsi Cenâb-ı Hakk’ın
emridir diye inanıyoruz. Peygamberlerin hiçbirini görmedik. Yine onlara da
inanıyoruz.
“Vebi’l kaderi hayrihî ve şerrihi” Her şeyi, hayır ve şerri Allah halk eder.
Buna da inanıyoruz.
“Ve’l ba’su ba’del mevt” öldükten sonra dirileceğimize de inanıyoruz.
Bunlara inanmak başka. Bir de yaşamak var. Müntehî bunları yaşıyor, gö-
rüyor. Hakke’l-yakîn biliyor. Bilmek birbirinden farklıdır.
İlme’l-yakîn bilirler. Ayne’l-yakîn bilirler. Hakke’l-yakîn bilirler.