Page 157 - Gülden Bülbüllere 1 - Abdurrahim Reyhan Erzincani
P. 157
Tasavvuf Sohbetleri -1 157
Suyu almış içiyor râbıtası ile. Yiyor râbıtası ile. Geziyor râbıtası ile. Her bir
işini gördüğü zaman râbıtası ile. Bunu böyle yapa yapa nakşe geçiyor.
Nakşe geçince ne oluyor? Kendisi oluyor râbıtası. Bakıyor ki kendisi
yapmıyor. Râbıtası yapıyor. O zaman ruh-u revân makâmına ulaşıyor bir
mürit. O zaman fenâfi’ş-şeyh oluyor. Ancak ne ile olur? Meşâyihini çok
sevecek. Nefsinden çok sevecek. Meşâyihini büyük görecek. Meşâyihi ne
kadar uzaklarda olursa olsun. Onu uzaklarda değil yakında görecek. “Beni
görüyor. Her sözümü işitiyor. Her hareketimi görüyor.” diye düşünecek. Ne
kadar uzakta olursa olsun.
Saadettin Kaşgarî Hazretleri Nakşî halifelerinden. Onun bir müridi çok
ırak yerden gelmiş. Ondan ders almış. Şimdiki gibi değil ki otobüslerle,
uçaklarla gitsinler.
Demiş ki:
“Şeyh Efendimi çok sevdim. Çok mübarek. Ben gideceğim. Bir daha şeyh
efendimi göremem. Başıma bir hâl gelirse ben ona hâlimi arz edemem. O
benden nasıl haberdar olur?” diye gönlüne gelmiş. Lisana getirmemiş.
O zaman ne buyuruyor şeyh efendisi:
“Ne tereddüt ediyorsun. Benim şimdi bir müridim var. Çok uzakta. Ken-
disi Kaşgar’da, dükkanında tezgahının başında. Ben şimdi onu kendisinden
daha iyi görüyorum.” diyor. İşte o anda o tereddüt çıkmış o müritten.
Gala eski Erzincan’dadır. Pîri Sâmi Hazretleri’nin müritlerinden Molla
Bilal isminde bir hoca varmış. Âlim. O da askermiş orada. Üç tane asker
varmış. Birisi Ahmet, birisi Mahmut, birisi de Muhammed. Hikmete bakınız.
Ahmet, Muhammed, Mahmut isimleri ile seçkin olan bunlar demişler ki:
“Erzincan, Erzincan derler ama, böyle bir büyüklerden kimseleri göre-
medik.” demişler. O sırada bu demiş ki:
“Siz subaylarınızdan, komutanlarınızdan izin alın. Ben sizi bir yere
götüreyim bu akşam.”
İzin almışlar. Pîri Sâmi Hazretleri’nin sohbetine götürmüş bunları.
Sohbeti dinleyince tabii bunların gönüllerine bir sevgi doğmuş. Çok
sevmişler. Demişler ki çok mübarek adam. Ama biz buradan ders alırsak bir
daha birbirimizi göremeyiz. Biz tâ Zile’deyiz. Mübârek Ercincan’da. İki
tanesinin gönlüne böyle gelmiş. Bir tanesinin gönlüne hiç gelmiyor. Pîri
Sâmi Hazretleri sohbet esnasında şöyle buyurmuş, demiş ki:
“Bir meşâyihin dört tane müridi olsa. Birisi şarkta, birisi garpta, birisi
şimalde diğeri de cenupta olsa. Dördü de aynı saatte, aynı dakikada can
veriyor olsalar. Şeytan aleyhillâne bunların imanlarına musallat olsa, o
anda o dördünü de o şeytanının elinden kurtaramayan o şeyhin başına
topraklar insin. Nerde kaldı ki, Ahmet, Muhammed.” O zaman ayıkmışlar.
İkisi de ders almışlar. Mahmut ders almamış.
Bizim büyüğümüz sohbetinde buyurdu ki:
“Bizim meşâyihlerimizin bir milyon müridi olsa. Bir milyonu da arz
üzerine serpilmiş olsa, Vallâhi de billâhi de hepsinden haberdâr olur.”
Hepsinden haberdârdır. Hepsini görüp gözetmektedir. Bu böyle ama kime
bu? Görene, bilene. Yani inanana ve teslim olana.