Page 160 - Gülden Bülbüllere 1 - Abdurrahim Reyhan Erzincani
P. 160
160 Gül'den Bülbüllere
“Mü’minin hayırlısı,
mü’minin kalbine sürûr verendir.”
(18 Mayıs 1990 / Hanımlara)
Cenâb-ı Hak: “Biz velîlerimizi yeşil kubbemizin altında gizledik.” buyu-
ruyor.
Hevâ’yı Hû’ya tebdil ettik.
Kötüleri iyi görüyor. Bütün kelâmları güzel işitiyor. Çirkin kelâmları
güzel işitiyor. İnsan öyle bir hâle geldiği zaman âletlerin seslerini, çalgıların
seslerini, meyhânenin seslerini zikir gibi duyar. Başka bir şey duymaz.
Çünkü bunda tecellî eden bin bir esmânın nûru zikir gibi duyulur. Aslında
bütün bu sesler cisimden çıkıyor. Onlarda da cisim var.
Mevlevî tarikatında olanların mûsikisi öyle mi oluyormuş? Tabii. Zikir
sesi duyulur. Her kademesinde oluyor mu? Her kademesinde olmaz. Emirle
olduğu için. Çalışa çalışa. İleri kademesinde. Sa’y ede ede. Terakkî edince o
seviyeye geliyor. O safhaya geliyor.
Salih Baba Divânı’nda ne buyuruyor:
Daireyiz hem kudümüz cismimiz neydir bizim
Daire diye hatmeyi temsil ediyor. Hatmeye oturduğumuz zaman bizim
cismimiz neydir. Âzâlarımız Mevlevîlerin zikir âletleri gibidir.
Daireyiz hem kudümüz cismimiz neydir bizim
Aşk u sevdâdır gıdamız bağrımız meydir bizim
Virdimiz ism-i celâl’dir kalbimiz “Hay”dır bizim
Zikrimiz ihvâ-durur esrar-ı Kur’an bizdedir
Nakşibendîler daireyi çevirip de hatmeye oturdukları zaman onların
âzâları zikir âleti olur. Daha ney’e, kudüme hacet kalmaz. Niçin? Bizim
bütün gıdamız da aşk, sevdâdır. Bu Allah aşkı, Resûlullâh aşkı, meşâyih
aşkı. Zikrimiz de lafza-i Celâl’dir. Allah zikri yapa yapa kalbimiz dirilir.
Bütün âzâlarındaki damarlar kalbe bağlı. İnsanların kalbi dirilince kalbindeki
hareket âzâlara aksediyor. Âzâlar zikir yapıyor. Bütün âzâlar zikir yapıyor.
Ney, Mevlevîlerin zikir âleti. Kudüm de Safevîlerin veya Kadirîlerin zikir
âleti. Haktır. İnkâr edilmez de yalnız bid’at karışmıştır. Alındığı gibi değil.
Mevlevî tarikatını Mevlânâ Celaleddin Rûmî kendisi kurmuş. Gerçi Şems
gelmiş onu irşâd etmiş ama, tarikatı kendisi kurmuş. Fakat o semâ yaptığı
zaman, ihvanlar da beraber dönüyormuş. O sırada yerden havalanıyormuş.
Semâya yükseliyormuş. Bu şöhret olmasın diye emretmiş. Demiş ki:
“Benim ayaklarımın yerden kesildiğini gördüğümüz zaman, bir tabak alın
vurun. Ses çıkarsın ki şuğul olsun. Ben kendimi toparlayayım. Semâya
yükselmeyeyim.”
Emir vermiş. Böyle yapmışlar. Fakat ondan sonra onu tebdîl etmişler.
Değiştirmişler. Daha başka ilâveler yapmışlar. Onun vermiş olduğu emir gibi
kalsaydı, def girmeyecekti. Ama Nakşibendî tarikatında, Peygamber