Page 19 - Gülden Bülbüllere 1 - Abdurrahim Reyhan Erzincani
P. 19
Tasavvuf Sohbetleri -1 19
Meşâyihler ne buyuruyorlar? Alırken unutmayın Allah’ı, verirken
unutmayın Allah’ı, yerken unutmayın Allah’ı, içerken unutmayın Allah’ı.
Her işi yaparken unutmayın. Bir an evvel kalbinize Allah, Allah, Allah…
dedirtin. Bunu lisana getirmeye gerek yok. Bir an evvel kalbinize Allah,
Allah, Allah… dedirtin.
Bu nasılmış? Bakın bir insanın kalbine Allah dedirtinceye kadar bir sa’yı
var. Zorlanması var. Çalışması var ama kalbi dirilip çalışıyorsa, o zaman
bırakıyor. O zaman da Allah’ı unutmak istiyor da unutamıyor. Yani ken-
disini neyle meşgul ederse etsin, o Allah’ı unutsa bile Allah onu unutmaz.
Allah’ı unutayım diye zorlasa bile Allah’ı unutamaz. Çünkü orada bir sıfat,
meleke meydana geliyor. Onun için Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Bizim öyle kullarımız var ki onların ticaretleri zikirlerine mâni olmaz.”
Kimler bunlar? Zamanında Allah’ı unutmamışlar. Kalpleri ile zikret-
mişler. Çalışırken, yerken, içerken, gezerken, alırken, satarken Allah, Allah,
Allah… diye diye onların kalpleri dirilmiş. Harekete gelmiş canlanmış.
Kalpte yazılmış olan lafza-i Celal’in arkasında bir ampul yanınca parlaması
gibi.
Cenâb-ı Hak, “Kulum, ben sana şah damarından daha yakınım.” buyu-
ruyor.
Demek ki insanlar Allah’ı zikrede zikrede esma nuru, sıfat nuru, sonra
zatının nuru tecellî eder insanların kalbine.
Esma nuru nedir? Biz tarikata girdik. Esma nuru çekiyoruz. Bu nedir?
Allah, Allah, Allah…
Başka tarikatlarda da Allah’ın bin bir isminin herhangi birisi ile
zikrediliyor. Yalnız buradaki himmet kudsiyet. Onun için Nakşî tarikatı
hepsinden üstün oluyor. Şah-ı Nakşibend Hazretleri buyurmuş ki:
Sair tarikatların nihâyetini biz bidâyete getirdik.
Yalnız, bütün tarikatlarda çalışırlar, çalışırlar... Üç sene, on sene, yirmi
sene, otuz sene bir kâra ulaşırlar. Biz onu tarikata ilk girene veriyoruz. Sair
tarikatların nihâyet kârını biz bidâyete getirdik.
İşte bunlar, sair tarikatlar, esma nurundan sıfat nuruna, sıfat nurundan zat
nuruna geçiriyorlar. Onlara çeşitli esma çektiriyorlar. Ama bizim zikrimiz
lafza-i Celal. Bütün isimleri, bin bir ismi toplanıp geliyor. Lafza-ı Celal’de
toplanır. Orada bitiyor. Öyle ise yeter ki kalbimizi Allah ile meşgul edelim.
Allah, Allah, Allah... Allah ile meşgul edebilelim. Ne lazım bize? Sâ’y
lazım.
Zaten Cenâb-ı Hak: “Beni çok zikredin, buyuruyor, beni ayakta zikredin,
otururken zikredin, yerken, içerken, gezerken, uyurken zikredin.” buyu-
ruyor.
İrade sahibiyiz. Bir şeyle uğraşırken unutuyoruz Allah’ı. Ama o
meşguliyet içinde sen sahiplisin. Senin sahibin var. Vazifen var. Seni bir
ikaz eden var. Nedir o? Râbıtan. Velâyet parmağı vardır. Yani bâtın eli
vardır, bâtın parmağı vardır. O uzanır sana. Sen unuttuğun zaman o uzanır,
seni uyarır. Ama zâhirde ne olur? İş görürken, mesela yazı yazarken, kalem
kayar veya elin bir yere sıkışır veya yürürken ayağın takılır. Bunlar velâyet