Page 24 - Gülden Bülbüllere 1 - Abdurrahim Reyhan Erzincani
P. 24

24                                                 Gül'den Bülbüllere

               Cenâb-ı Hak öyle buyurmadı mı?
               Habibim, seni seven beni sever, seni sevmeyen beni sevmez.
               Resûlullâh’ı  ne  ile  seveceğiz  ki  onu  sevebilelim?  Vârisi  olan  velileri
            seveceğiz ki onu sevebilelim.
               Çünkü Peygamber Efendimiz, Sıddık-i Ekber Efendimiz’e buyurdu:
               Senin elinden tutan benim elimden tutmuştur. Sana biat eden bana biat
            etmiştir. Senin kabulün benim kabulümdür. Senin reddin benim reddimdir.
               İşte tarikat böyle gelmiştir. Meşâyihler, veliler böyledir. Bu sıfatla sıfat-
            lanmışlardır. Bu emir hepsi içindir. Herhangi bir meşâyih, bir müridine bu
            hilafeti veriyorsa, aynısıdır.
               Nitekim  Nakşibendî  Efendimiz’in  halifelerinden  Yakub-i  Çerhî  Hazret-
            leri’ni Hoca Ubeydullah Hazretleri bulmuştu (Hâce-i Ahrar ismiyle geçiyor
            Reşahat  kitabında).  O,  çok  meşâyihler  ile  samimi  olmuş,  onlara  hizmet
            etmiş, onlarla dostluk kurmuş, ama hiçbirinden de ders alamamış. Hiç birisi
            ders vermemiş ona. Arayı arayı bulmuş. Neyi aramış?
               Muhammed  Bahaeddin  Nakşibendî  Efendimiz’e  yetişemedim  de  diyor,
            onun elinden tutanı bulacağım. Yakub-i Çerhî Hazretleri’ni en son neticede
            bulmuş. Yakub-i Çerhî Hazretleri onun niyetini bildiği için, ne demiş:
               ¾  Tut bu elden.
               Elini uzatıp demiş ki:
               ¾ Bu  el  Nakşibendî  Efendimiz’in  elidir.  Nakşibendî  Efendimiz  bize

            buyurdu ki: “Senin elinden tutan benim elimden tutar, senin kabulün benim
            kabulüm, senin reddin benim reddimdir.”
               Bak işte demek ki bizim tarikatımızda Nakşibendî Hazretleri’nin, Yakub-
            i Çerhî Hazretleri’ne böyle bir emri varsa; Yakub-i Çerhî Hazretleri ondan
            sonra gelene, o da ondan sonra gelene, o da ondan sonra gelene...
               Onun için kelâm-ı kibârda;
               Beraberdir Pîri Sami Mevlâsı
               Daim cezbederler me’vâya bizi
            buyruluyor.
               Ama o el nasıl bir el?
               Elinde var iken fırsat geçirme ede gör gayret
               Tutagör bir yed-i kudret olunsun menzilin bâlâ
               Bâlâ ne? Bâlâ, yüksek. Zaten senin ruhun yüksekten geldi. Bu yükseğe o
            el  çıkaracak  seni.  Bu  elden  tutmazsan  seni  hiçbiri  çıkaramaz.  Çıkamazsın
            sen.  Bu  nedir?  Hakikate  ulaşmaktır.  Hakikate  ulaşmaksa  insanların,  ruhun
            makamına  ulaşmasıdır.  Bir  başka  tabirle;  Allah’tan  gelen  ruhun,  Allah’a
            ulaşmasıdır.  Hakikatten  maksat,  mana  budur.  Ama  bu  tarikatsız  olmuyor.
            Cesedimiz şeriatta, aklımız, ruhumuz tarikatta olacak ki terakki olsun bizde.
               Onun için:
               “Ey tahâretten habersiz, râbıta bilmez habis” buyruluyor.
               Tahareti  olmayanın  cesedi  temiz  olmaz.  Râbıtası  olmayanın  da  kalbi
            temiz olmaz. Ama tahareti var, cesedini temizlemiş. Fakat râbıtası yok, kalbi
   19   20   21   22   23   24   25   26   27   28   29