Page 83 - Gülden Bülbüllere 1 - Abdurrahim Reyhan Erzincani
P. 83

Tasavvuf Sohbetleri -1                                             83

               Nefy ü isbat ne?
               Diyelim ki 70 bin evrat çeken bir müridi düşünelim. Cezbede hiçbir evrat
            yoktur, dersi yoktur, onda da muhabbet var, aşk var. O 70 bin evratla beraber
            gidiyor, o muhabbetle o da terakki ediyor.
               Bir  de  şugül-ü  bâtınî  var:  O  da  istemeyerekten  ona  gelen  şuğüller.
            Şuğülden  kurtulmak  istiyor,  şuğül  gelince  ona  azap  geliyor.  Müteessir
            oluyor,  nedamet  duyuyor.  Allah’a  sığınıyor.  Bununla  da  terakki  ediliyor.
            Hiçbir tarikatte yoktur bunlar. Cezbe ile başka tarikat yok ki terakki etsin.
            Şugül-ü bâtınî’yi zaten onlar kusur sayıyorlar. Küfür sayıyorlar. Ama bizim
            tarikatımız öyle değil. İnsanda şuğül olur ama şuğül ikidir: Bir isteyerekten
            bir  de  istemeyerekten.  İsteyerek  olan  şuğüller  dünya  muhabbetinden  gelir.
            İstemeyerek olanlar da dünyayı sevmiyor. Dünyadan nefret etmiş. Ama nasıl
            nefret etmiş:
               Bu vücudum fülkesini Hızrıma deldireli
               Nefret-i dünyâ kazandım cennetü’l me’vâ gibi
               Fülke:  İnsanların  vücudu.  Hızır:  Mürşidi  (Yani  Hızır  aleyhisselam
            misali).
               Musa’nın  gemi  yolculuğunda  Hızır  aleyhisselam  gemiyi  delerken  Hz.
            Musa muhalefet etti. Niye deliyorsun diye. Deldi ama padişahın gözünden
            düşürdü o gemiyi.
               Meşâyih  bir  müridin  vücudunu  ne  yapıyor?  O  delinen  vücutta  varlık,
            benlik olmuyor. Burada gemiden mana bizim vücudumuz. Hızırdan mana da
            mürşidimiz. Mürşit koltuklarımızı deliyor ki onda artık varlık, gurur, kibir
            kalmıyor. Şişimiz iniyor. Kabarma olmuyor onda artık. Bir balon düşünün,
            şişiyor, şişiyor. Ama onda ufak bir delik olursa şişer mi? Şişmez ama sağlam
            olunca  ne  olur?  Şişer,  şişer  güm  diye  patlar,  yok  olur.  İşte  burada  meşâ-
            yihlerimiz  ne  yapıyorlar?  Bizim  benliğimizden  kurtulmamız  için,  varlığa
            sahip olmamamız için ne yapıyorlar? Koltuklarımızı delmişler. Bizi ne kadar
            övseler  ne  kadar  methetseler  biz  ondan  sefa  kesbetmeyiz.  Bir  insan
            methedildiği zaman veya övgüden, yapılan hizmetten haz duyuyorsa kork-
            sun, korksun, çok korksun. Yok eğer yapılan hürmetten, yapılan hizmetten
            haz duymuyorsa korkmasın. Bu nereden tecellî eder?
               Medhe lâyık şeyhimiz var
               Zemme lâyık nefsimiz var
               Meşâhiyi olan içindir bu. Meşâyihi olmayan için değil. Râbıta sahibi olan
            için  ne  var?  O  çıkıyor  aradan.  Râbıta  var  çünkü  orada.  Benim  şeyhimi
            methediyorlar. O olmasaydı beni kim tanırdı, o olmasaydı bana kim hürmet
            ederdi,  şeyhim  olmasaydı  beni  kim  methederdi  diye  düşünüyor.  O  zaman
            benlik olmuyor. Gurur olmuyor. Zemmedildiği zaman da diyor ki: Nefsim
            bunların  dediğinden  daha  aşağı.  Benim  daha  yüz  tane  kusurum  var  da  bir
            tanesini görmüşler, diğerlerini râbıtam gizlemiş. Benim ne olduğumu bilseler
            elime ekmek bile vermezler. Böyle diyeceğiz. Ancak o zaman terakki ederiz.
               Şimdi  teveccühte  ifade  ettik,  kalb-i  selîm  lazım.  Teveccühün  başlangı-
            cından  nihâyetine  kadar  gönlünüze  gelen  bütün  şuğülleri,  düşünceleri,
            hepsini atın. Ne yapacaksınız? Şeyh Efendimiz’in râbıtası karşımızda, onun
            şeriat kamçısı elinde sanki. Aklınıza, gönlünüze bir şey geldiği zaman, sanki
   78   79   80   81   82   83   84   85   86   87   88