Page 123 - Gülden Bülbüllere 1 - Abdurrahim Reyhan Erzincani
P. 123

Tasavvuf Sohbetleri -1                                           123

               Müttakiler kisvetine müddeîler girdiler
               Muhtefî oldu erenler arayıp bulmak da güç
               Bahrîler ummâna daldı pek çoğaldı dehrîler
               Böyle mülhîdler ile bahs-ı dîne dalmak da güç
               Müttekî: Takva sahibi. Onların suretine takva olmayanlar girdiler.
               Dehrî: Yalancı. Âlim değil. Olsa da ilmini yaşamıyor.
               Bahrî: Âlim, ulemâ, erenler, yetişmiş kişiler.
               Onları arayıp bulmak güç. Bizim tarikatımızın büyükleri harikuladelikler
            göstermişler. Çok yakın zamanımıza kadar. Şimdi bunlar yok işte, olmuyor.
               Nizamettin Hâmuş isminde bir zat, nakşî Halifelerinden. Bir müridi var-
            mış. O müridin de babası Padişah’ın köşesinde oturur, ona fetva çıkarırmış.
            Nizamettin  Hâmuş  biraz  zayıf  cisimli  ve  ihtiyarca  imiş.  Padişahın  kadısı
            hastalanmış. Kurtulacağı da yok. Oğlu da telaşla çarşıya çıkıyor. Kefen filan
            almak için. Şeyh Hazretleri’ne rastlayınca:
               “Nedir oğlum senin bu telaşın?” diyor.
               “Babam  ölüyor,  can  veriyor.  Hazırlık  yapıyorum.”  diyor.  O  da  râbıta
            yapıyor. Gözünü kapatıp açıyor.
               “Git, haydi. Onu aldım zımmıma. Ona hayat verip yaşatacağım.” diyor.
               Kendi hayatından hayat veriyor ona. 20 sene yaşıyor. 20 seneden sonra
            bu  mübareğin  oğullarına  iftira  ediyorlar.  Tutuklamak  istiyorlar.  Oğulları
            kaçıyorlar.  Babasını  götürüyorlar  Padişah’ın  makamına.  Huzura  oturuyor.
            Râbıtada  imiş.  Padişah  gelip  geçince  hiç  bakmamış.  Padişah  daha  da
            sinirlenmiş gitmiş yerine.
               “Getirin  şu  dervişi.”  demiş.  Getirmişler.  Kadı  karşısında.  Padişah  buna
            kötü kötü laflar söylemiş. Bu da dinlemiş. Beklemiş ki suçlu olmadığını kadı
            müdafaa etsin. Kadı müdafaa etmeyince:
               “Padişâhım müsaade eder misin sana bir çift söz söyleyeceğim.” diyor.
               Padişah da söyle manasına parmağını kaldırıyor.
               “Ben  Müslüman’a  inandınsa  hoş.  İnanmadınsa  elinden  ne  gelirse  yap.”
            diyor.
               Öyle  demesi  ile  bundan  bir  azamet  görünüyor.  Saray  sallanıyor.  Onun
            celâlinden Padişah’ın dudağı patlıyor.
               “Bırakın, bu dervişin suçu yok.” diyor.
               Oradan  çıkıp  giderken  yine  o  müridi  rast  geliyor  ona.  Padişah’ın
            kadısının oğlu. Diyor ki:
               “Ben senin hatırın için kendi hayatımdan hayat verdim. Babanı zimmeti-
            me  aldım  yaşıyordu.  O  beni  Padişah’tan  korumadı.  Ben  de  onu  zim-
            metimden bırakıyorum.” diyor.
               Mürit  hiç  tereddüt  etmiyor.  Dört  tane  adam  alıp  gidiyor  Padişah’ın
            yanına. Bakıyorlar ki makamında ölmüş. Alıp getiriyorlar.
               Meşâyihler İsevî meşrep, Musevî meşrepli oluyorlarmış. Hz. Ömer meş-
            rebinde,  Hz.  Ebubekir  meşrebinde  oluyorlarmış.  Hz.  İsa  hiç  kimseye
            kızmazmış. Hz. Musa kızarmış. Hz. Ebubekir kızmazmış. Hz. Ömer celâl-
            lenirmiş.  Bunların  birbirinden  farkı  var  mıdır?  Yoktur.  Burada  bizim
            anlayacağımız meşâyihte celâl sıfatı da vardır, cemâl sıfatı da vardır. Eğer
            meşâyihte cemâl sıfatı varsa, o affedici olur. Dünyada olsun, âhirette olsun,
   118   119   120   121   122   123   124   125   126   127   128