Page 124 - Gülden Bülbüllere 1 - Abdurrahim Reyhan Erzincani
P. 124

124                                                Gül'den Bülbüllere

            affedici olur. Bazı yatırlar da çok büyük bir zât olur. Giderler orada günah
            işlerler. Bir şey olmaz. Daha küçük bir meşâyihin türbesinde günah işleseler,
            ona  hakaret  etseler,  söz  söyleseler  çarpar  onu.  Muhakkak  onlara  bir  ceza
            verir. İsevî meşrepli, Hz. Ebubekir meşrepli olanlar affediyor.
               Bir de göl meşrepli, derya meşrepli buyuruluyor. Derya meşrepli olan her
            şeyi hazmediyor. Derya hiçbir şeyi bulandırmadığı gibi, göl meşrepli olanlar
            bulandırıyor.  Derya  meşrepli  olan  meşâyih,  her  ne  kadar  onun  aleyhinde
            konuşulsa,  zâhirine  zarar  verilse  onu  affediyor.  Göl  meşrepli  olursa,  birisi
            ona dokunan söz söylese, tarafına, etrafına, akrabasına bir söz söylense affet-
            miyor. Muhakkak bir tokat yer. Canını da malını da, imanını da götürür. Mu-
            hakkak  bir  tokat  yer.  Onların  tokatı  öyledir.  Bunlar  Cenâb-ı  Hakk’ın
            cilveleri. Bunlara akıl ermez.
               Evliya-yı Kebîr isminde Mekke’de kalan bir meşâyih varmış. O abdallar
            sınıfındaymış. Evliyalar sınıf sınıf olur. Kabiliyetlerine göre sınıflar olur. Bu
            şahıs nefis yoluyla terakki etmiş. Fazla ibadet yapmakla, riyâzet yapmakla
            terakki etmiş. Yıllar boyu oruç tutuyormuş. Senede beş gün, yani haram olan
            günlerden  başka  hepsini  tutuyormuş.  Beş  günün  birisi  Ramazan
            Bayramı’nda,  dördü  de  Kurban  Bayramı’nda  tutmayı  yasaklamış  Cenâb-ı
            Hak. Haram oluyor. Bunların haricinde hep oruç tutuyor. Dağarcığında arpa
            kırmasını  koyuyormuş.  Bir  defaya  mahsus  olmak  üzere  koyuyormuş.  Bir
            defaya mahsus. Dördüncü parmağını da asla kullanmıyormuş. İftar edeceği
            zaman  çanağın  içerisinde  bulunan  zemzem  ile  karıştırıp  içiyormuş.  Başka
            hiçbir şey yemiyormuş. Ekmeği, gıdası beslenmesi hepsi de bu imiş.
               Meğer hâb-ı gafletteydim uyandım
               Cümle esmâlardan renge boyandım
               Bâb-ı müsemmâda kaldım dayandım
               Azalarım âh u figân eyledi
               İnsan esmâ nurundan geçiyor da sıfat nurundan geçemiyor kolay kolay.
            Sıfat  nurundan  geçiyorsa  kurtardı  kendini.  Tarikatın  son  makamına  ulaştı.
            Sıfat nurunda Allah göstermesin enâniyet oluyor. Kendisinde bir büyüklük
            görüyor. Eğer oradan geçiyorsa zât nuruna geçiyor ki tarikatın son makamı.
            Geçemiyorsa  Allah  korusun  düşmesi  oluyormuş.  Mürşitsiz  olursa  orada
            kalıyor  veya  düşüyor.  Mansur  gibi  ipe  asılıyor.  Düşme  de  böyle  oluyor.
            Allah korusun. Mürşit olursa gidiyor, geçiyor. Geçemeyecek olursa, şeriatta
            başı gidecek ki (zâhirde) günahı kurtulsun.
               Kıyamazsan bâş ü câna uzak dur girme meydâna
               Bu meydânda nice başlar kesilir hiç sorar olmaz

               Bak şu Mansûr’un işine halkı üşürmüş başına
               Ene’l Hakk’ın firâşına düşenlere timâr olmaz
               Şems’in  şeyhi  tâ  Tebriz’den  Hz.  Mevlânâ’ya  irşad  memuru  yolluyor.
            Şems gibi kaç tane irşad memuru varmış. Çok varmış.
               “Mevlânâ’nın  ilmi  onu  perdeliyor.  Kim  gidip  onu  ilminden  geçirecek.
            Kim gidip ilmini elinden alacak da onu irşâd edecek?”
               Şems:
               “Ben giderim.” diyor.
   119   120   121   122   123   124   125   126   127   128   129