Page 129 - Gülden Bülbüllere 1 - Abdurrahim Reyhan Erzincani
P. 129

Tasavvuf Sohbetleri -1                                           129

               İşte böyle. “Siz ne himmetten mahrum kalmış insanlarsınız? Biz Allah’ı
            bilemeyiz biz seni biliriz.” demediniz. Ondan sonra, orada kaldığı müddetçe
            sohbetlere devam ediyor. Birçok maceralar oluyor aralarında. Birisi de şu:
               Büyük bir cemaat var. Şeyh onlara sohbet ediyormuş. Zâhir ulemâdan bir
            kişi sohbete karışıyor. Soru açıyor. Soru açınca sohbet kesiliyor. Sorularını
            cevaplandırıyor.  Sükût  geçtikten  sonra  sohbete  başlıyor.  O  kişi  yine  soru
            soruyor. Neticede:
               “Soru  sordum  ama  vermiş  olduğunuz  cevaplar  beni  tatmin  etmedi.”
            diyor.  Ama  bu  arada  soru  sordukça  sohbet  kesiliyor.  Cemaat  da  bundan
            mutazarrır oluyor.
               “Benim şüphem var, tatmin olmadım.” diyor.
               Bu sefer şeyh efendi dizlerinin üzerinde doğrularak:
               “Nedir şüphen?”
               Demesi ile adam ölüyor. Celallenerek söylemiş. Sohbet dağılıyor. Cemaat
            dağılıyor. Bizim büyüklerimizden Mevlânâ Alaaddin Hazretleri bu durumu
            görüyor. Gönlüne geliyor ki: “Bu hocayı affetseydi de bu hoca ölmeseydi.”
               Burada sohbetimizin konusu: Celâl meşrep, cemâl meşrep, Hz. Ebubekir
            meşrepli, Hz. Ömer meşrepli, İsevî meşrep, Musevî meşrep, derya meşrepli,
            göl meşrepli. Bu olayları anlatıyoruz ki, iyi anlaşılsın. Muallakta kalmasın.
            Nakşibendî Efendimiz de buyurmuştur: “Tasavvufta şüpheye düşülecek ke-
            lâmları  iyice  biliyorsanız,  anlatın.  Açıklansın.  Ama  bilmiyorsanız  anlat-
            mayın. Ağzınıza çok büyük lokmayı almayın, boğulursunuz.”
               Şimdi burada Mevlânâ Alaaddin Hazretleri’nin gönlüne geliyor. “Meşâ-
            yihtir,  affetseydi.”  diye.  Büyüklüğe  o  yakışırdı,  diye  düşünüyor.  O  sırada
            meşâyih onun gönlünden geçeni biliyor:
               “Be Acem, benim de sana bir sualim var. Cevabını ver.”
               O da toparlanıyor.
               “Buyurun efendim” diyor.
               Şeyh Efendi buyuruyor:
               “Kabzası yere gömülmüş, iki tarafı keskin sivri bir süngü. Deli bir insan,
            bağır açık, gelip o süngünün üzerine düşerse, süngü onu deler. Süngünün ne
            kabahati var burada?” diyor.
               “Efendim, tabii ki süngünün kabahati yok.”
               “O  hâlde  bizim  ne  kabahatimiz  var?  Biz  Hak  ile  meşgulüz  burada.  O
            geldi bize çattı. Çarptı ve parçalandı.” diyor.
               Demek  ki  şimdi  burada  cemâl  vardır,  celâl  vardır.  Cenâb-ı  Hakk’ın
            cemâli ve celâli vardır. Amennâ.
               Cemâlinden ne doğuyor? Hayır doğuyor ‘ve bil kaderi hayrihî ve şerrihî’
            hayır ve şerri Allah halk ediyor. Ama Allah’ın şerre rızası yoktur. Halk ettiği
            için, inanıyoruz. Şer işleyene rızası yok. Cezası var. Hayır işleyene mükâfatı
            var.  Bunu  da  bildirmiş  Cenâb-ı  Hak.  Allah’a  itaat  edenler  Allah’ın  cemâl
            sıfatına sahip oluyorlar. Cemâl sıfatının tecellîsi ile hayrı da işliyor. Ameli
            de  işliyor.  Her  nimete  mâlik  oluyor.  İsyân  edenler  Allah’ın  celâl  sıfatına
            sahip oluyorlar. Her bir günâhı ve isyânı işliyorlar. Cezaya da çarpılıyorlar.
   124   125   126   127   128   129   130   131   132   133   134