Page 131 - Gülden Bülbüllere 1 - Abdurrahim Reyhan Erzincani
P. 131

Tasavvuf Sohbetleri -1                                           131

               “Buhara’da  zâhir  ilmini  bitirdik.  Bir  meşâyih  arıyoruz  ki  kalp  ilmini
            okuyalım.”
               Zengi Ata:
               “Siz  beş  dakika  durun.  Nereden  bir  mürşit  kokusu  alırsam  size  haber
            vereyim.” diyor.
               Ne  yapıyor?  Bir  doğuya  doğru  derin  bir  nefes  alıyor.  Batıya,  kuzeye,
            güneye dört bir tarafı kokladıktan sonra bir de kendi vücudunu kokluyor.
               Diyor ki onlara:
               “Dünyanın  her  tarafını  kokladım.  Ancak  sizi  irşad  edecek  mürşidi  bu
            siyah gövdede buldum.” demiş.
               Birincisi olan Seyyid Ata’ya hemen inanmış.
               “Amennâ ve saddaknâ. Nûrunu bu siyah gövdede gizlemiş olabilir.” diye
            düşünmüş. Diğer ikisi Uzun Hasan Ata ve Bedir Ata:
               “Şu dudağı uzun Arap’a bak.” diye kalplerinden geçiriyorlar.
               Tabii ki yüzüne karşı söylemiyorlar. İlk defa inanıp teslim olan Seyyid
            Ata irşad oluyor. Diğerleri yedi sene geçtiği hâlde bir türlü irşad olamıyorlar.
            O kadar hizmetini görüyorlar. Çalışıyorlar. Zengi Ata’dan şefaat istiyorlar.
            Sonra irşad oluyorlar.
               Ubeydullâh Hazretleri’nin de macerâları var. Hâdiseleri var. Çok meşâ-
            yihler  tanımış.  Çok  meşâyihlere  hizmet  etmiş.  Onlara  teslim  olamamış.
            Onlar  tasarruf  edememişler.  Güçleri  yetmemiş.  Peygamber  Efendimiz
            Hazretleri’ni rüyasında görmüş. Dağın dibinde bütün ervâh toplanmış.
               “Gel Ubeydullah. Beni sırtında şu dağın tepesine çıkar.” diye sesleniyor.
            Çıkarırken de diyor ki:
               “Ben sende bu kuvvetin olduğunu biliyordum. Ama ervâhın görmesi için
            böyle yaptırdım.” diyor.
               Bir  gece  de  rüyasında  Şah-ı  Nakşibendî  Hazretlerini  görüyor.  Ona  çok
            sevgi  bağları  ile  bağlanıyor.  Zâhirde  görmemiş.  Ona  rüyasında,  tasarruf
            etmesinde, nazar etmesinde, keyf-i yâb oluyor.
               Nakşibendî  Efendimiz’e  gönül  vermiş.  Ubeydullah  Hazretleri’ne,
            Alaaddin Attar Hazretleri ve Nizamettin Hamuş Hazretleri bir türlü tasarruf
            edemeyince, o artık Taşkent, Semerkant, Azerbaycan, Maveraünnehir, bütün
            oraları  geziyor.  Hiçbirisine  kendisini  teslim  edemiyor.  Ama  bunlara  da
            hizmetleri  olmuş.  Nihâyet  Nakşibendî  Efendimiz’in  halifelerinden  olan
            Yakub-i Çerhî Hazretleri’nin müritlerinden birisi ile bir yerde karşılaşıyorlar.
            Onu seviyor.
               “Sen kimsin, neredensin?” diye soruyor. O da:
               “Ben Yakub-i Çerhî Hazretleri’nin evladıyım.” diyor.
               “Ben zaten onu arıyorum. Nakşibend Efendimiz’in elinden tutanı arıyo-
            rum.” diyor.
               “Müridini  bu  kadar  sevdimse  meşâyihini  göreceğim.”  diyor.  Gidiyor.
            Fakat biraz fakirmiş. Geç gidiyor. Yakub-i Çerhî Hazretleri:
               “Niye bu zamana kaldın?” diyor.
               Bir süre geçince celâl sıfatı gidiyor. Cemâl sıfatı geliyor. İyi karşılamaya
            başlıyor. Sohbet arasında diyor ki:
               “Tut bu elden. Nakşibendî Efendimiz’in eli.”
   126   127   128   129   130   131   132   133   134   135   136