Page 135 - Gülden Bülbüllere 1 - Abdurrahim Reyhan Erzincani
P. 135

Tasavvuf Sohbetleri -1                                           135

               “Abdest alırken ırmağın üzerinde elma geldi. Ben de aldım ısırdım. Suyu
            boğazıma gitti. Kimindir diye aradım seni buldum. Bana hakkını helâl et.”
            Adam demiş ki:
               “Eğer bana yedi sene hizmet yaparsan hakkımı helâl ederim.”
               Yedi sene hizmet etmiş. Emrinde olmuş, sonra varmış.
               “Tamam, helâl et.” demiş. O da:
               “Hayır. Benim bir kızım var. Gözleri kör, kulakları sağır, dili lâl. Elleri
            yok, ayakları yok. Bir et parçası. Bunu alırsan hakkımı helâl ederim.” demiş.
               O da rıza göstermiş. Neyse nikâhlarını kıymışlar. Gerdeğe girmişler. Bak-
            mış ki, o kadar güzel ki... Dünyada onun gibi başka bir güzel yok. Herhâlde
            bu yanlış oldu, diye düşünmüş. Bir türlü kıza yaklaşmamış.
               “Hayır bu bir dilber. Böyle olmayacaktı.”
               Sabaha kadar bekliyorlar. Sabah oluyor. Kız babasına anlatmış durumu.
            Babası gelmiş. Bu defa kendisi ona anlatmış:
               “Sen kızını bana sağır, kör, dilsiz, elsiz, ayaksız olarak tanıtmıştın. Bunla-
            rın hiçbirisi bunda yok. Ben de onun için yaklaşmadım.” demiş.
               O da demiş ki:
               “Oğlum  benim  bir  tek  kızım  var.  Senin  gibi  birini  arıyordum,  vermek
            için. Gözü kör demem şudur ki, harama bakmamış. Dili lâl dedim. Çünkü
            yalan, gıybet konuşmamış. Kulağı sağır dedim. Gıybet dinlememiş. Eli yok
            dedim.  Harama  uzanmamış.  Ayakları  yok  dedim.  Herhangi  bir  yasak  olan
            yere  gitmemiş.  Bu  senin  hakkındır.  Helâlindir.  Yedi  yıldır  da  seni  burada
            tutmaktan  maksadım  seni  iyice  tanımak.  İnandıktan  sonra  da  kızı  sana
            verdim.” demiş.
               İşte  İmâm-ı  Âzam  ondan  dünyaya  geliyor.  Üç  günde  Kur’ân-ı  Kerim’i
            hatmediyor. Annesi diyor ki:
               “Eğer senin babanın o ısırdığı elmanın suyu boğazına gitmeseydi sen bir
            günde Kur’ân-ı Kerim’i hatmederdin.”
               Şimdi burada bize çok ümitsizlik düşüyor. Bu kadar noksanlarımız var.
            Helâl, haram demiyoruz. Desek de bilmiyoruz. Bilsek de kurtaramıyoruz. Ne
            olacak bizim hâlimiz? Hayır böyle düşünmeyelim. Takvâ zamanı var, siyaset
            zamanı  var.  Bir  zaman  takvâ  zamanı  imiş.  Sonra  fetvâ  zamanı  başlamış.
            Şimdi siyaset zamanı. İnsanların Müslümanlıklarında siyaset vardır. Siyaset
            nedir?
               İnsan  küçük  bir  şer  işlediği  zaman  biliyorsa  ki  ondan  hayır  doğacak,
            iyilik gelecek, onu işler. Niyet hâlis ya. Hâlis niyetle onu işler. İslâm dini
            müsaade  etmiştir.  Nasıl  müsaade  etmiştir?  İnsan  öleceği  zaman,  ölüm
            tehlikesi  olursa  haram  bir  şey  yiyebilir.  Bir  mazlumu  bir  zâlimin  elinden
            kurtarmak için yalan söylemek caiz.
               Üç yerde yalan söylenebiliyor:
               1- Mazlumu zâlimden kurtarmak için,
               2- İki küs olan kimseyi barıştırmak için,
               3- Düşmana savaşta Müslümanların sırrını vermemek için.
   130   131   132   133   134   135   136   137   138   139   140