Page 186 - Gülden Bülbüllere 1 - Abdurrahim Reyhan Erzincani
P. 186

186                                                Gül'den Bülbüllere

               Şurada  bir  kitap  olsa,  memur  o  kitaba  uzanırken  amiri  de  uzanırsa
            memuru o kitaptan elini çekmez mi? Çeker. İşte bu olaylar olmuş. Kitaplara
            yazılmış. Haktır. Hakikattir.
               Bizim anlayacağımız, bileceğimiz: Râbıta müridi, tefekkür müridi, huzur
            müridi vardır ki, râbıta müridinin ruhu her zaman evliyâullâhın nûru ile ihâta
            ediliyorsa, o her sıkıldığı zaman şeyhine sığınır. Ne isterse ondan ister. Ne
            alırsa ondan alır.
               Eğer tefekkür müridi ise, o da Resûlullâh Efendimiz’den ister.
               Eğer huzur müridi ise o da Cenâb-ı Hakk’ın zâtından ister. Çünkü onun
            ruhunu da zât nûru ihâta etmiştir.
               Ama bunların en iyisi râbıtadır. Çünkü biz râbıtayı görüyoruz. Âşikârdır.
            Biliyoruz.
               Bize  rüyâmızda,  herhangi  bir  zamanda  Peygamberimiz:  “Ben  Resûlul-
            lâh’ım.” dese de tanımıyoruz. Biz Resûlullâh’ı şeyhimizle tanıyoruz. Çünkü
            şeyhimizi biliyoruz zâten.
               Cenâb-ı  Hazreti  Allah  için  mekân,  sıfat  tayin  edilmez.  Ama  Allah
            evliyâullâhla beraber. Allah Resûlullâh ile beraber. Ayrı değil ki. Ama nasıl
            olur?  Allah  hiçbir  yere  sığmıyor  da  evliyâullâh  ile  nasıl  beraber  olur?
            Evliyâullâh yerlerden, göklerden, semalardan, zeminlerden büyük, onun için
            onunla beraber oluyor.
               Velâyet  demek  Allah’ın  varlığıdır.  Öyleyse  meşâyihimize  inanalım.
            Meşâyihimize inanıyorsak, onu incitmeyelim? Ona bir zarar vererek değil bu
            incitme. Onun hoşuna gitmeyen işleri yaparsak incinir. Onu incitirsek tokat
            vururlar bize. O tokata da biz dayanamayız. Bir annenin bir şımarık çocuğu
            olur çeker, çeker onu terbiye için ne yapar? Tokatlar, ağlatır.
               “Bir  müridin  hizmetinde  eksikliği  olursa,  başı  dururken  ayağına  taş
            değmez.”
               Peki, taşla başın ne ilgisi var? Yani müridin eksikliği olursa, meşâyihinin
            hoşuna gitmeyecek veya meşâyihini küçük düşürecek bir iş işlerse, ona tokat
            vururlar. Yani hep gelen taşlar başına gelir. Dikkat etmek lazım.
               Ahlâk-ı hamîde sahibi olalım. En çok böyle müritler seviliyor.
               Ahlâk-ı  hamîde  nedir?  Hiç  kimsede  kusur  görmüyor.  Herkesi  hoş
            görüyor. Herkes hakkında iyi düşünüyor. Herkese iyi muâmele yapıyor.
               Meşâyihler  en  çok  böyle  müritleri  sever.  Bir  de  affedici  olacak.  Kîni
            olmayacak.  Kim  onu  ne  kadar  eliyle,  diliyle  incitmişse  bile  hiç  kimseden
            incinmeyecek.  Kimseyi  incitmeyecek.  İyi  niyetli  ve  iyi  muâmeleli  olacak.
            Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın sıfatıdır affetmek. Buyuruyor ki:
               “Ben affediciyim. Affedenleri de severim.”
               Af  nereden  geliyor?  Safîlikten.  Buğz  nereden  geliyor?  Kinden.  Kin
            tutmak ise şeytanî sıfat. Af ise Allah’ın sıfatı. Bunu da nasıl bileceğiz? Böyle
            bir  şey  olduğu  zaman  “vebi’l  kaderi  hayrihî  ve  şerrihî”  fermânını  hemen
            hatırımıza getirelim. Hayrı ve şerri Allah halk eder. Şer olursa yine: “Allah
            bizi  imtihan  için  halk  etti.”  diye  düşüneceğiz.  “Yâ  Rabbî,  Sen  affet  beni.
            Demek ki Sana karşı bir kusurum oldu ki bu muâmele bana yapıldı.” diye
            düşünelim. Hayırla karşılaşıldığı zaman “Yâ Rabbî, senin lütfun, ihsânındır
            bu nimetler” diye düşünelim. Bir de:
   181   182   183   184   185   186   187   188   189   190   191